NURETTİN KALDIRIMCI : Devleti yönetmek kolay hesap vermek zordur!

01.03.2024

“Allah devlete zeval vermesin! Ya devlet başa ya kuzgun leşe. Devlet anadır! Devlet babadır! Ulü’l emre itaat illaki gereklidir!” gibi ifadeler, devlete ve baştaki lidere ilişkin toplumsal algının ne derece güçlü olduğunun göstergesidir.

Geleneksel anlayışta, devletin başındakilerin karar ve eylemleri kolay kolay tartışılmaz. Üstelik o insanların güçlü bir iradeye, sert bir mizaç ve kişiliğe sahip olması da istenir.

Bu bağlamda, özellikle dindar, muhafazakar ve milliyetçi çevrelerde demokratik liderlik tarzı bir zafiyet gibi algılanır. Parti ve ülke yönetiminde otoriterlik istenilen bir özelliktir.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Ülkü Ocakları’nın jargonu ile bugün “Reis” olarak anılması ve bu unvanın yaygın şekilde benimsenip kullanılması manidar değil midir?

Bu dönemde siyaset ve bürokrasinin her düzeyinde, özellikle kritik görev üstlenecek kişiler tercih edilirken dindarlık, İslamcılık, milliyetçilik ve siyasi görüş faktörünün etkili olduğu bellidir.

Görevlendirmede inanç ve ideoloji etkili olsa da, itaat ve sadakat ya da “kolay yönetilebilirlik” özelliği daha çok belirleyicidir.

***

Evet, devlet toplumsal hayatın devamı, bazı temel ihtiyaçların giderilmesi bakımından zorunlu ve en büyük organizasyondur.

Devletin nasıl işlediğini anlamak kamu yönetimini etkinleştirmek, özellikle bürokrasiyi iyi yönetmek için değerli ipuçları verecektir.

Devletin kurulu bir düzeni, bu düzenin anayasaya, yasalara dayanan temelleri vardır. Kurumların görevleri, kimin neyi, ne zaman, nerede ve nasıl yapacağı, yetki ve sorumlulukları önceden bellidir.

Dolayısıyla, eğer bir de hesap verme zorunluluğu yoksa, devleti yönetmek dün kolaydı bugün de kolaydır!

İşin kolaylığı, bazen bütün yetkilerin tek kişide toplandığından, o kişinin her şeyi bildiği zannedildiğinden, ona sorulmadan devlet katında hiçbir şeyin yapılmadığından bellidir!

***

Devlette çalışmak için formalite ikmali dışında çok özel vasıflar gerekmez, kamu görevlisi olmak için bir şekilde seçilmek veya atanmak yeterlidir.

“Devlete kapağı atanlar”ın maaş ve emeklilik garantisi, unvanı, nüfuz gücü, ayrıca mevkii müsait ise korumaları, yardımcıları, arabası, havası yani saltanatı vardır.

Can sıkıcı da olsa gerçek şudur: En liyakatsiz tipler bile devlet ya da “mühür” sayesinde unvan, itibar, güç sahibi olabilir. Mühür kimde ise Süleyman odur!

“Devin omuzundaki cüce” misali, birçok yeteneksiz kamu görevi üzerinden keyif yapabilir. Bu “cüce” hiyerarşinin en altında veya yukarılarda konumlanabilir.

“Mevzuat hazretleri” zor zamanlarda imdada yetişen bir mazerettir.

Özellikle otoriter yöneticilerin fark etmediği tehlike de buradadır. Nasıl olsa “çark dönüyor” denilebilir ve liyakat çoğu kere fantezi gibi görülebilir.

***

Ama doğrusu, devleti iyi yönetmek herkesin, ortalama bir insanın altından kalkabileceği bir yük değildir! Eğer, üstlenilen görevin önemi ve sorumluluğu yeterince fark edilmiş ise, bırakınız en tepedeki insanı, ilkeli ve duyarlı herhangi bir siyasetçi veya bürokratın uykularının kaçması işten bile değildir.

Gelişmiş ülkelerde iyi yönetim kurumsallaştırılarak bu “yük” çekilir hale getirilmiş, diğer ülkelerde ise genellikle işin kendisi, yani yöneticilik işi kolaylaştırılmıştır.

Kolay yönetimin diğer adı kötü yönetimdir! Geri kalmış ülkelerde en az bulunan şey yönetim ve yöneticilik kalitesidir.

Devletin, din ve milliyetçiliğin en temel değerler olarak algılandığı toplumlarda siyasi rejimlerin demokratik özelliği zayıftır. Her düzeyde otoriter eğilimler güçlü, yönetim ve yöneticilik kalitesi düşüktür.

Bu ülkelerde, liyakatli insanların istihdamını sağlamak amacıyla objektif kriterlerin ve hukuk temelli uygulamaların bulunmaması can sıkıcı sonuçlar doğuracaktır: Esasında layık olmadığı halde itibarlı, paralı pullu pozisyonlara atananlar, atayan iradeye karşı minnet borcunu ödemek için “mankurt” gibi davranmak dahil ellerinden geleni yapacaktır.

Bizde siyasete ve bürokrasiye egemen olan irade epey zamandır, inanç ve ideolojinin sonra da itaat ve sadakatin liyakat için yeterli olacağını, hatta onu ikame edebileceğini düşünmektedir.

***

Bugün itibariyle siyasette ve bürokraside etkin olan, iktidarın eli kolu gibi hareket eden üst düzey kadrolar büyük ölçüde dindar, muhafazakar ve milliyetçi insanlardan oluşuyor.

Devleti yönetenler, dönüp yakın ve uzak coğrafyalara bir bakmalı, illaki iş başında kalmak isteyen iktidarların dünyanın her köşesinde aynı eğilimler içinde olduğunu, üç aşağı beş yukarı aynı yol ve yöntemleri kullandığını, aynı “tuzak”lara düştüklerini görmelidirler.

Seçim kazanıp iktidara gelen liderlerin bazıları zamanla “seçilmiş krallar”a dönüşmekte, kendilerini ve partilerini devletle bütünleştirmektedir.

Seçimle iş başına gelen otokrat ve otoriter liderlerin ellerindeki en büyük imkan devlettir! Kabul edilmelidir ki, “niyeti bozuk” bir iktidarın yeniden seçim kazanmasının önünde çok az engel vardır.

En başta parti içi demokrasiden söz etmek zordur. Seçimler büyük ölçüde göstermeliktir. Bu kategorideki ülkelerde parlamento ya da meclislerin belirleyici gücü pek kalmamıştır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin anlamsızlaşması, yargı bağımsızlığının ortadan kalkması, sadece demokrasi karşıtlığının değil hak, hukuk, adalet duyarsızlığının da önemli bir sonucudur.

Demokrasiden uzaklaşmanın en önemli göstergelerinden biri uzun yıllar boyunca aynı parti veya liderin iktidarda kalmasıdır! Malum, “İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar!”

***

Otoriter liderliğin iş başında olduğu iktidarların alameti farikalarından biri sürekli olarak yeni başarı hikayeleri üretilmesidir.

Propaganda hiç bitmez. Güçlü bir medya desteğinde bütün oyunların bozulduğundan, bütün zorluklara rağmen nereden nereye gelindiğinden söz edilir.

Ülkenin ne kadar iyi yönetildiği, mevcut lider sayesinde ülkenin ve partinin ne kadar başarılı olduğu abartılarak, komplo teorileri veya “şehir efsaneleri” eşliğinde anlatılır durulur.

Ülkenin bağımsızlığı, emperyalizm vurgusu, iç ve dış düşmanların varlığı, muhalefetin olumsuzlukların asıl sebebi olduğu iddiası hiç dilden düşmeyen temalar gibidir.

Bu rejimlerin liderleri özellikle ortak aklı, istişare ve katılımı, nitelikli aydınları ve entelektüel insanları fazla sevmez.

Hele hele kendine rakip olma potansiyeli bulunan daha yetenekli insanlarla hiç çalışamazlar!

Yasaklar, yolsuzluk ve yoksulluk genellikle otoriter rejimlerin, kötü yönetilen ülkelerin alameti farikasıdır.

Malum, otoriter rejimlerde en akla gelmeyecek şey ise özür dilemek veya istifa etmektir.

***

Bir toplumun gelişmişlik göstergeleri arasında belki de en anlamlısı devletin siyaset, ekonomi, adalet, eğitim, güvenlik vb. açısından etkin olup olmadığıdır.

Gelişmiş ülkeler siyasi rejimin niteliğine, kamu yönetiminin etkinliğinin nasıl sağlanacağına dair tartışmaları çoktan geride bıraktı. İyi yönetimi büyük ölçüde kurumsallaştırdılar.

Bugün bizim de aralarında bulunduğumuz gelişmekte olan birçok ülkede ise, siyaset bir numaralı gündemdir ve can sıkıcı toplumsal sorunlar vardır.

En azından bu sebeple, iktidarda bulunan dindar ve milliyetçilerin hakikate ve hayata yakın durmak adına bazı inandıklarından ve doğru bildiklerinden şüphe etmeleri gerekmez mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir