NURETTİN KALDIRIMCI : Sağduyu yetmez, daha fazlası gerekli…

21.12.2023

En önemli toplumsal meselemiz siyaset mi, ekonomi mi, adalet mi, güvenlik mi, bilim ve teknoloji mi?

Yoksa, asıl derdimiz her alanda etkili zihniyet, bilgi ve metot eksikliği midir?

Tercihim ikincisinin önemli ve belirleyici olduğu yönündedir. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyeceğimizi, geleneksel olarak doğru zannettiğimiz inanç ve bilgilerin toplumsal hayatın zorluklarını aşmada yeterli olmayacağını artık anlamış olmalıyız.

Alışılagelen, “basit ve etkili reçete”lere takılıp kalmadan, bilimsel bilgi ve yenilik temelli bir yaklaşımı benimsemek zorunludur.

Bu mecrada bilimsel, şimdiye kadar düşünülemeyenleri dile getiren türden değil, sağduyu ağırlıklı yazılar yazmaya çalışıyorum.

Ne var ki sağduyunun, hissiselimin ilk adımı ya da ilk anlamı “doğru ile yanlışı ayırt etme yeteneği” olsa da daha fazlasına ihtiyacımız vardır.

Öngörümü sizinle paylaşayım: Toplumsal hayatımızın iyileşmesi, doğru bildiklerimizin belki de birçoğundan vazgeçmekle mümkün olacaktır!

***

Sağduyuya giden yol tuzaklarla dolu… İnsan belki farkında değil ama aynı zamanda özlemlerinin, aşağılık komplekslerinin, beğenilme arzularının, aforoz edilme korkusunun ve tabii ki menfaate ayarlı “konformizm” isteğinin bir bileşkesi… İnsanlar bu çerçevede algılıyor, inanma eğilimi içine giriyor, düşünüyor, tercih ediyor.

İnsan zihni yanılabiliyor ve alakasız veriler arasında bir bağ kurarak, birbiriyle ilgisi olmayan şeyleri bağdaştırıyor. Kendince anlamlı bir resim ya da çıkarım yapıyor.

İnsan görülenlere, duyulanlara, olan bitenlere tam olarak anlam veremediğinde veya algılayamadığında onları kendince anlamlı, mantıklı hale getiriyor.

Gökyüzündeki bulutları hayvanlara ya da eşyaya benzetme eğiliminin toplumsal alanda, özellikle beşeri ilişkilerde veya siyasi konularda da sürekli yapıldığını ve abartıldığını, bunun ne kadar koyu bir cehalet olduğunu düşünün…

“Apofeni” yani insanların anlamsız rastgele verilerden anlamlı örüntüler çıkarma eğilimi, her faninin düşebileceği bir tuzak ya da yanılgıdır.

Ortada bilimsel bilgi yoksa, bireyler kadar kitleler de kolaydan, kestirmeden hakikate ulaşıveriyor!

Belirsizlik ortaya çıktığında, zor soruları cevaplandırmak gerektiğinde şehir efsaneleri, komplo teorileri bu sebepten kabul görüyor. Manipülasyonun, propagandanın etkisinden söz etmiyorum bile…

İnsan önce ve en kolay kendini kandırıyor!

***

Ne yazık ki sadece futbol sahalarında değil, fanatik taraftarlık toplumsal hayatın her alanında varlığını hissettiriyor.

Takım tutmak güdüsü esasen rasyonel değil duygusal bir eylemdir. O yüzden tuttuğumuz takım, savunduğumuz taraf her zaman haklı, karşı taraf her zaman haksızdır. Yüzde yüz aksini görsek bile kanaatimiz değişmez.

Kabile zihniyeti baş belasıdır! “İlkel kabile”yi ilkel yapan, gerçeklerden kopartan en temel özellik, kendilerini dünyanın en önemli öznesi görmeleridir.

İnanç, gelenek, hasbelkader benimsenen din, mezhep, siyaset konularında “kabile”nin ya da “mahalle”nin aydın denilebilecekleriyle eğitimsiz insanları arasında fazla fark olmadığına inanalım…

Farklı görüşteki insanları yargılamak yerine anlamaya çalışmak, empati kurmak sağduyulu insanların ortak özelliğidir. Yaşanılabilir bir toplumsal düzenin inşası ise ancak yeterli sistematik bilgi ile mümkündür. Sağduyu gerekli ama yeterli değildir.

Cehaletten daha kötüsü, ne bilip bilmediğinin farkında olmamaktır… Tarihe ve bugün olup bitenlere inanç, önyargı ve bencillikten uzak bir bakış, hakikate yakın durmanın olmazsa olmaz şartlarından biridir.

***

Bırakınız bilimsel yaklaşım ve titizliği ya da hakikate yakın durma kaygısını, sağduyudan bile o kadar yoksunuz ki…

İllaki rasyonel ekonomi diyenlere mandacı suçlaması, hukuk ve adalet isteyenlere bozguncu, milliyetçilere faşist, laiklik diyenlere dinsiz, dindarlara yobaz, tüm solculara komünist demek neyin nesidir?

Bir zamanlar başörtüsüne serbestlik isteyenlere gerici, vatan sevgisini öne çıkaranlara faşist, sosyal adalet diyenlere komünist, “yetmez ama evet”çilere liboş, Kürt açılımını destekleyenlere terör destekçisi demek cehaletin dışa vurumu değil midir?

Ailede, okulda, sokakta yani sosyalleşme sürecinde toplumsal bir statü ve kimlik elde etmeye çalışırken gerçeklerden uzaklaşabiliyoruz; aksi beklenirken cahilleşebiliyoruz.

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu, ne yapılıp yapılamayacağını devlet bilir, büyüklerimiz bilir, genel başkanlar, cemaat liderleri bilir denilirse zihinsel köleliğin yolları açılmış demektir. Güdümlü medya, propaganda, manipülasyon etkisi zaten mahfuz…

Bir kısmı sağduyu diye bilinen “öğrenilmiş çaresizlik”lerimizin farkında olmalıyız. İdeoloji, dindarlık, particilik, milliyetçilik yani hiçbir aidiyet ya da kimlik, sağduyunun yerine geçmemeli, yanlışlıkları, haksızlığı veya adaletsizliği meşrulaştırmamalıdır.

***

Önyargılar, zihinsel alışkanlıklar, fikir ya da görüş zannedilen nitelemeler, gerçeklerin düşmanıdır… Sağduyuya en çok ihtiyaç duyduğumuz alanların başında siyaset gelmektedir.

Sağlıklı ve hakikate yakın düşünmeye engel olan otoriter zihniyet, bu ülkenin sağ-sol, dindar-seküler, şu veya bu politik grup ayrımını aşan asıl meselesidir.

Sevilen, bağlanılan otoriter kişilerin hesapsız ve sorumsuz söylemleri, sağduyu açısından kitle imha silahlarının kullanılması gibi sonuçlar doğurmaktadır. Her farklı görüşe şüpheyle yaklaşan, her taşın altında hain arayan 19. veya 20. yüzyılda kalmış bazı aydınlar, liderler ve kanaat önderleri ayak bağlarımızın başında gelmektedir.

Bizde ve bize benzeyen ülkelerde demokratik yöntemleri ve farklı görüşleri uzlaştırmayı başaramayan rejimlerin kısa sürede otoriterleşmesinin temelinde kolay yönetme isteği vardır.

Ortak akılda bilgi, iletişim becerisi, sabır, empati, ikna, rıza ve güven; tek adam yönetiminde ise deneme yanılma, kibir, dayatma, tehdit, korku ve hesapçılık vardır.

***

Bugün dünyanın çok değiştiğini, buna karşılık bizim en azından zihnen yeterince değişemediğimizi kabul etmeliyiz. Dünden bugüne devletin, siyasetçilerin ve bürokrasinin bütün kötü yönetim uygulamaları toplumun zihnini karıştırmış, vicdan ve adalet duygusunu derinden yaralamıştır.

Tamam, bazı açılardan bakıldığında biz de çok değiştik. Kayda değer başarılar da elde ettik.

Ama maalesef sağduyu dediğimiz özelliklerimiz çoğu kere içi boş gündemlerle oyalanmamıza ve geleceği geçmişte aramamıza engel olamıyor.

21. yüzyılın ilk çeyreği itibariyle kıyasen ön sıralarda olmamız gerekirken insan hakları, ekonomi, teknoloji, inovasyon, eğitim kalitesi, yolsuzluk, israf ve verimsizlik gibi konularda uluslararası ölçümlere göre yerimiz maalesef utanılacak düzeydedir.

Bugünün hemen her alandaki acımasız rekabet ortamını, küçülen dünya olgusunu görmemek olur mu?

Gelişmiş ülkelerin en yoğunlaştığı konu geleceğe hazırlanmak.

Geleneksel anlayış ve çözüm tarzları yetmiyor artık. İnsan kaynağını en iyi değerlendirenler, en iyi yöneticilere sahip olanlar ayakta kalacak.

İleri teknolojilerin, katma değer yaratacak makinelerin satışı ve ithali yasaklanıyor. ABD çip üretimi için 250 milyar dolar ayırdı. Hem kurtarıcılık hem de tehdit vadeden “yapay zeka dalgası” hızla yaklaşıyor.

Zaman kısaldı, ne kadar farkındayız?

***

Tarihsel yolculuğumuzun son durağı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Cumhuriyeti çoktan bilim ve demokrasi ile; hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ile; ilkeli siyaset kurumu, etkin devlet yapısı ve işleyişi, güçlü bir ekonomi ve ileri teknoloji ile; yetkin üniversiteler ve özgür medya ile taçlandırmamız gerekirdi.

Genel olarak sağduyu diye tanımladığımız yaklaşım, “sürdürülebilirlik” için yeterli olmaktan çıkmıştır. Ne var ki, bu ülkede bırakınız bilimsel bilgi birikimi ve zihniyet yetersizliğini, sağduyu bile yeterince yaygın değildir.

Bilime değer vermek, zihniyet ve ahlak açısından gerilerdeyiz. Paralel bir evrende yaşıyor-muş gibiyiz.

Umulur ki, yeni nesiller hayata ve hakikatlere daha yakın dururlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir