NURETTİN KALDIRIMCI : 15 Temmuz’u anlamak

27.07.2023

Kahramanlık ve zafer kadar acı ve gözyaşının da yaşandığı uğursuz eylem, karanlık girişim… Zafer diyenler kadar hezimet gibi görenler de var!

Bütün ayrıntılar bilinmediğine göre konunun biraz da “anlatı” tarafının olduğu kesin.

Ağır bir toplumsal bedel ödediğimiz olgusu ise “çıplak gerçek”.

15 Temmuz’da yerli, milli duyarlılıklarımız kadar dünden bugüne var olan toplumsal zafiyetimizin ipuçları var.

15 Temmuz hepimizin rol aldığı bir oyunun; yeni bir tarihi/toplumsal patinajın, hamasetin, travmanın, pişmanlığın ve de geri kalmışlık tablosunun bir parçasıdır.

***

Olan bitenleri hepimiz biliyoruz. Çoktandır semirtilen bir cemaatin mensupları mevcut hükümeti düşürmek kastı ile hıyanet kokan bir darbe teşebbüsünde bulundu.

Devleti yöneten güçler de en azından “statükoyu koruma” refleksi ile harekete geçti, halk sokaklara indi, şehitler verildi ve darbe teşebbüsü bastırılarak darbeciler tutuklandı.

Sonrası malum. Devleti ve milleti Cemaat mensuplarından temizlemek adına sayıları yüz binlere varan gözaltına almalar, tutuklamalar, kanun hükmünde kararnamelerle görevden almalar…

Açılan davalar, mahkemeler, hapishaneler… Müebbet hapis cezaları, ölümler, el koymalar, hak ve özgürlük sınırlamaları.

Cemaat’in başkalaştığı, paralel yapının Fetö’ye dönüştüğü süreçte tabii ki “at izi ile it izi“ birbirine karıştı!

***

Özellikle katı ve kapalı cemaatlerin siyasi, sosyal, dini konularda belirgin tercihleri, sihirli reçeteleri ve hayat tarzına ilişkin yol haritaları vardır.

Seküler ya da dini, ideolojik veya siyasi; tanımlanmış ve değişmez doğruları, mensupları üzerinde baskısı olan bütün gruplar cemaat özelliği taşır.

Genel olarak insanlar bağlanma, güçlenme, anlamlı bir dünyada yaşama adına cemaatlere dahil olurken, bireysel duygu ve düşüncelerinden uzaklaştıkları, radikalleştikleri ölçüde hem özgürlüklerinden vazgeçerler hem bir bakıma tatmin olurlar.

***

İnsanlık tarihi aynı zamanda adalet ve zulüm, iyilik ve kötülük, meleklik ve şeytanlık, sevgi ve nefret hallerinin nasıl olup da birinin diğerinin içinden çıkabildiğinin, insanların ve örgütlerin nasıl değişip dönüştüğünün hikayesidir.

Hayat yolculuğunda merhamet nefrete, adalet zulme, dava denen şey keyif ve ihtiras meselesine, hizmet iddiası kumpas ustalığına, tevazu kibir ve megalomanlığa, istişare geleneği tek adam diktatoryasına dönüşebilir. 

Allaha ibadet aşkı kadar rasyonellik iddiası da, demokrasi ideali kadar dindarlık da, ihanet veya mankurtluk ile sonuçlanabilir. 

Akıldan geçenlerin ya da planlananların hayatın sürprizleri ile karşılaştıkça nasıl hayal kırıklığına dönüştüğüne, pür idealizm yolculuğunun çöplükte sona erdiğine dair o kadar çok yaşanmışlık vardır ki.

***

Konu karmaşıktır ve tabii ki ibretliktir: Fetö, “inanç, idealizm ve dava”nın  sihirli  atmosferinin, nasıl gönüllü köleliğe ve hatta dış destekli  “terör örgütü”   yapılanmasına yol açtığının açıklaması olduğu kadar, bir toplumun gaflet ve dalaletinin de  hikâyesidir.

Fetö’nün zaman içinde gelişip güçlenmesi siyaset ve bürokrasi kadrosunun yetersizliğinin tescili, ülkemizin on yıllardır kötü yönetildiğinin belgesidir.

Peki, bütün bunlar yaşanırken siyaset, bürokrasi, istihbarat, Diyanet, siviller, aydınlar, yeri geldikçe var olduğu ileri sürülen “devlet aklı” neredeydi derseniz, yoktu veya yok hükmündeydi derim.

***

Bir zamanlar ibadet edercesine zamanını, parasını ve gayretini veren, hatta yâd ellere giden “cemaat” mensuplarının, ortalama muhafazakar ve milliyetçi insanlarımızdan fazla farkı yoktu.

Bu adamlar, en azından müntesiplerinin algısı hesabıyla bir “proje” veya kurgu olarak düşünülmemiştir: Çünkü çıkış noktasında Allah rızası, memlekete hizmet gibi toplumsal/kültürel meşruiyet gerekçesi güçlü söylemler vardır!  

Sosyolojik/kültürel şartlar liderin/hocanın insanüstülüğe taşınmasına sebep olmuştur. Efsuna direnecek bilgisi ya da zihin alt yapısı bulunmayan bireylerin ağlayarak yapılan ”artistlik” karşısında, istenileni yapmak dışında başka çaresi yoktu!

Ama görülen o ki, bu insanların en azından “profesyonelleri”, zaman içinde inanma, bağlanma ve misyon sahibi olma güdüsüyle hissiyat ve fikriyat olarak kısmen veya tamamen mankurtlaşmış, değişip dönüşmüştür. 

Akıl ve mantıkla, masum ve meşru söylemler ile çıkılan yol, irrasyonelliğe ya da kör inanca evrilmiştir: Görev, ibadet, sadakat testinde, günlerden bir gün talimat gelirse, halka silah sıkacak kadar muti olmak bile vardır.

***

Fetö’nün, AK Parti iktidarının 17-25 Aralık öncesi döneminde “altın yıllarını” yaşadığı hepimizin malumudur.

Cemaat, AK Parti iktidarının kabaca ilk 7-8 yılında, özellikle siyasetçilerin iyi niyetini ve zorluklarını istismar ederek, manipülasyonlara başvurarak, neredeyse devletin/ hükümetin himayesinde kendi güç ve nüfuzunu ikiye üçe katlamıştır.

Allah rızasını arkada bırakıp kendini özellikle devleti kurtarma/ele geçirme amacına kilitlemiş gözüken bu post-modern örgüt, o arada devletin öfkesine karşı her zaman gizlenmiştir

Böyle olunca; tevazu, hizmet, Müslümanlık kılıflı akıllı bir “meczup”  veya emperyalist bir güç odağı tarafından yönlendirilen hareket, bütün kaleleri fethettiği vehmiyle  güç zehirlenmesine maruz kaldı ve yoldan çıktı.

Toplumsal ve devlet/hükümet kaynaklı riskleri ihmal edilebilir düzeyde gören Cemaat, bir adım daha attı ve “At binenin, kılıç kuşananın” gözü karalığına, hoyratlığına ve ihanetine geçiverdi.

Böyle bir hareketi, en baştan itibaren veya belli bir noktadan sonra bazı büyük güçlerin boş bırakmayacağını, yeri ve zamanı geldiğinde değerlendireceğini izaha gerek yoktur.

***

Dostlar! “Âsiyâb-ı devleti, bir har bile olsa döndürür” denilmiş ya… Bilelim ki, din değil, milliyet değil, Atatürk değil, çağdaşlık, laiklik veya demokrasi değil, en kolay istismar edilebilecek şey belki de devlettir!

Yetki kullanan ama işini iyi yapmayan, işini yaparken sadece menfaati, keyfi için değil dini, ideolojik veya politik tercihleri yönünde devleti araçsallaştıran kim varsa bal gibi istismarcıdır.

Ülkeyi yönetirken “Devletin dini adalettir” düsturuna inanmayan, eşitlik ve hakkaniyete itibar etmeyen, çoğulculuğu önemsemeyen, bunların gereğini yapmayan kim varsa gerçekte liyakatsiz ve istismarcıdır!

İnsanlık için tarihin en trajik olaylarının arkasında, devlet gibi “olmazsa olmaz”, ama ortak ihtiyaçlara ayarlı olması gereken bir işleyiş düzenini kötü yöneten siyasetçi ve bürokratlar, güya “devlet adamları” yok mudur? 

Kurumların yetersiz olduğu ülkelerde liderler veya kurtarıcılar öne çıkacaktır. Eğer kurumlar yetersiz ise, devlet dediğimiz şeyin, o gün devlet mekanizmasına hükmedenlerin irade ve isteklerinden ayrı bir şey olmadığını unutmamak gerekir.

Kendi dünya görüşü ve menfaati ile devleti özdeşleştirmeyen siyasetçi ve bürokratların bulunduğu ülkeler, ancak hukuk devleti ilkelerinin geçerli olduğu, demokrasinin geliştiği ülkelerdir.

***

Hiç olmazsa çok partili siyasi hayatın başından itibaren, yani 1950’li yıllardan itibaren sağlıklı, yeterli bir demokrasinin bu topraklarda yeşermesi, yerleşmesi konusunda siyaset kurumu, sivil ve askerlerimiz başarılı olabilselerdi, bugün ne Fetö’yü ne de belki AK Parti’yi konuşacaktık.

Siviller yeterince demokrat olsa, askerler “devlet mekanizması” üzerinden darbecilik oyunu oynamasaydı, dünün cemaati/hizmeti, bugünün Fetö’sü nasıl olup da gündeme gelecekti?

Kaliteli bir demokrasimiz, vizyoner siyasetçilerimiz, yeterince aydınımız olsa, etkin bir kamu yönetimi, fonksiyonel bir Diyanet teşkilatı bulunsaydı, rezalet bu boyuta ulaşır mıydı?

İşin garibi, dün ve bugün itibarıyla Fetö’yü palazlandıranların başında gelen siyaset kurumu yani ülkeyi yönetenler hiç bedel ödemedi.

Devlete, millete kast eden çete mensuplarının karargahında görev alanların çoğu gün evvelinden kaçıp gitti ve bir bakıma cezasız kaldı ama sonunda taş, büyük ölçüde Sayın Cumhurbaşkanı’nın ibadet, ticaret kategorisinde diye tanımladığı on binlerin başına düştü, belki de milyonlar mağdur oldu!

15 Temmuz sonrası siyasi, idari ve ekonomik gelişmeler çerçevesinde Türk insanı siyasete, devletine, milletine karşı yabancılaşma süreci içindedir.

Bu süreçte milletin en az yarısı, en başta çağdaş bir demokratik düzen olmak üzere hukuk ve adaletin, iyi yönetimin, tarafsızlığın, şeffaflığın, hesap verebilirliğin hasreti içindedir.

………………

Nurettin Kaldırımcı 20. dönem (1996-1999) Kayseri milletvekilidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir