NURETTİN KALDIRIMCI : Yüz yıllık muhasebe

08.11.2023

Tarihin anlaşılması ve yorumlanması zor iştir. Tarihte sebep sonuç ilişkileri üzerinde durulurken, iddialı olmak bir tarafa olabildiğince ihtiyatlılık sağduyu gereğidir.

Tarihi zihnimizde düzelterek okumamak, inançlar, duygular eşliğinde değerlendirmemek gerekir. Anakronizm hastalığına düşmeden dünü ve bugünü anlamaya çalışmak önemlidir.

Bugünün gözüyle dünü, dünün paradigmasıyla bugünü anlamak mümkün değildir. Tarihsel şartları dikkate alan bütüncü yaklaşım, hakikate yakınlığın en uygun yoludur.

Olan bitenleri komplolarla, basit ve kolay anlaşılır formüllerle açıklamak az gelişmiş ülke aydınlarının en çok yaptığı iştir.

Tarihle ilgili bütün iddialı hüküm ve değerlendirmeler için “Yok, o kadar da değil!” demek belki de en doğrusudur!

***

Cumhuriyet bireysel ve toplumsal bir haysiyet duyarlılığı, vatandaşlık bilincidir.

Cumhuriyet bize miras kaldı, biz kurmadık, ancak onu geliştirme, minnet ve liyakat borcumuz vardır.

Şimdi artık, Cumhuriyet yetmez, illâ ki demokrasi de gerekir. Nice ülke vardır ki, hepsi cumhuriyettir ama aynı zamanda diktatörlüktür. Nice kral veya kraliçeleri olan ülke de vardır ki, demokrasileri ile övünürler.

Önce Cumhuriyet, sonra da demokrasi, içleri temel insan hakları ve özgürlükleri ile, hukukla, adaletle, güvenlik ve huzurla, eğitim ve kalkınma ile doldurulabilirse anlamlıdır.

(Bugünlerde, hem cumhuriyeti hem de demokrasiyi yüzkarası bir rejime dönüştüren etnik, dini ve faşist özellikli İsrail ise bir insanlık ayıbıdır…)

***

Yüz yıl sonra nerede duruyoruz?

Rivayet muhtelif. İyi, başarılı olduğumuz yönlerimiz kadar başarısızlıklarımız da var.

Malum, bardağın yarısı boş ya da dolu demek için her zaman yeterince sebep vardır. Yeter ki niyet, duygu veya inancınız olsun, görmek istediğinizi görürsünüz.

Sağlıklı bir değerlendirme için dünkü ve bugünkü şartları bilmek, değişimin, zamanın ruhundan habersiz olmamak, kıyaslamalar yapmak, rakamların dilinden anlamak gerekir.

Ders çıkarmak ise en akıllı iş.

***

Bugün itibarıyla, Cumhuriyet’le ilgili ikircikli tavrın, büyük uzlaşmazlığın altında ulusalcı, Atatürkçü çevrelerin kuruluş döneminden bakıp bugünü, muhafazakar dindarların ise bugünden bakıp dünü anlamaya, değerlendirmeye çalışmaları olgusu ya da yanılgısı yatmaktadır.

Kazanımları dikkate almayan, Cumhuriyet’i dine, İslam’a karşı gibi gören anlayış ile tabiri caiz ise resmi ideolojinin; devletçi, Atatürkçü zihniyetin çatışması hep var oldu.

Bu çatışma geçmişten bugüne toplumsal hayatımızı, siyaseti, eğitimi, hukuk düzenimizi, kültür ve sanatı, tabii ki kamuoyu ve medya ortamını, hatta aile ve sokağı yakından etkiledi.

Cumhuriyetin başından beri siyasette, bürokraside, kamuda ve hatta sivil toplum örgütlerindeki oligarşik eğilimler Cumhuriyetin ve demokrasinin içselleştirilmesine engel olmuştur.

Kürtlük ve Alevilik gibi, tarihi, kültürel bir olgu olan, etnik ya da inanç temelli farklı görüş ve kimliklerin inkarı, birlik ve bütünlüğümüzü olduğu kadar Cumhuriyet ve demokrasimizi de zayıflatmıştır.

***

Evet, egemenliğin millette olması, kadın erkek eşitliği, laiklik gibi Cumhuriyet değerleri çoğunluğun görüşünden ve seçim kazanmaktan daha önemlidir.

Demokrasiden istifadeyle milleti yönetmek için seçilenler Cumhuriyetin özüne halel getirecek teşebbüslerden kaçınmalıdır. Cumhuriyeti zayıflatacak derecede kamu imkanlarını kullanarak, popülizm ve propaganda yoluyla seçim kazanma hesabı, “demokrasi budur” denilerek hiçbir surette meşrulaştırılamaz.

Fakat, Cumhuriyeti savunanlar da durumdan vazife çıkarıp demokrasi zabıtası kesilmemeli; adil seçimleri, temel insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrılığını, çoğulculuğu yani demokrasiyi eğip bükmemelidir.

Bir ülkenin iyi yönetildiğinin, siyasi rejiminin kaliteli olup olmadığının kriterleri bellidir: Serbest ve güvenilir seçimler yapılmakta mıdır? Hukukun üstünlüğü ne durumda, adil yargılamanın neresindesiniz? Kuvvetler ayrılığı ne durumda, tarafsız ve bağımsız bir yargı düzeninden söz edilebilir mi?

Medya ortamı nasıl, sivil toplum etkin midir? Çoğulculuk ve ülke yönetimine katılım, haysiyet ve maneviyat açısından vatandaşınızın algısı nedir? Güvenlik kaygınız, gelecek/beka korkunuz var mıdır? Ülkenizde yaşayan insanlar, büyük çoğunluk itibarıyla mutlu ve huzurlu mudur?

Ne kadar üretiminiz, ne kadar milli geliriniz vardır? İşsizlik, enflasyon, gelir dağılımı nasıldır? Dünya çapında kaç markanız, ne kadar patentiniz vardır, kalite ve verimlilik düzeyiniz yeterli midir? Katma değeri yüksek ürünleriniz hangi düzeydedir? Yöneticileriniz hesap veriyor, utanıyor, başarısız olduğunda istifa ediyor mu? İnsanınızı eğitebiliyor musunuz? Vb.

***

Evet, Cumhuriyet otoriter bir modernleşme projesidir. Süreç, İstiklal Mahkemeleri, inkılaplar, muhalefetin susturulması gibi uygulamalarla şiddet içeriyordu; dolayısıyla toplumsal tepkinin anlaşılır sebepleri vardı.

Yüzlerce yıllık geleneğin yıkılması kolay hazmedilmemiştir. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması, arkasından güçlü sembolik değerleri de olan harf, kılık kıyafet, takvim gibi alanlardaki değişikliklerden sonra “sosyolojik bir kırılma” yaşanılması kaçınılmazdı.

Dolayısıyla, yeni bir devletin, rejimin tahkimi için otoriter politikalar benimsemesi nasıl meşru ise bu politikalara karşı itiraz ve eleştiriler de o kadar meşrudur.

Osmanlı’nın son döneminde, Cumhuriyetin öncesinde ve sonrasında yaşanan “travmalar” ilk günden itibaren ve daha sonra demokrasi yıllarında siyasi ve ideolojik tartışmaların ve artıp azalan kutuplaşmanın bugüne kadar sönmeyen ateşi oldu.

Aynı zamanda, hâlâ Meşrutiyet dönemini andırır türden inanç, ideoloji, vatan, millet, devlet, beka tartışmalarının varlığı muhtemelen ekonomik, sosyal konulardaki toplumsal başarısızlığımızdan kaynaklanmaktadır.

***

Aydın/entelektüel meselemiz derin zafiyetimizdir. Kamu yönetimi dahil toplumsal hayatın bütün alanlarına irtifa kazandıracak, değişime ve dönüşüme öncü olacak yetkinlikte ve yeterli sayıda aydınımız yoktur!

Maalesef, farklı düşünenlerin dünyasını bilmemek, onları ötekileştirmek, farklı kimliklerin varlık ve meşruiyetini anlamamak yani empati eksikliği milli özelliğimize dönüşmüştür.

Farklı görüşleri veya kimlik söylemlerini devlete, vatana ihanet gibi görmek ise tam bir şaşkınlık, gaflet ve dalalet halidir.

Belki iyi niyetli ama bilgi ve tutarlılıktan mahrum devlet, millet kurtarıcılığı idealizmi veya istismarı ise aydınlarımız nezdinde neredeyse “ortak payda” hükmündedir!

İşini iyi yapamayan ne kadar insan var ise ya inancı ve ideolojiyi ya da siyaseti maske olarak kullanmıştır sanki. Liyakat ve ehliyet eksikliği din, devlet, milliyet, laiklik, çağdaşlık, Atatürkçülük ve particilik gibi söylemlerle ikame edilmiştir.

Kitlelerin siyasete bu kadar ilgi duymasının altında herhalde öncelikle çözüm bekleyen toplumsal meselelerin çokluğu yatmaktadır. Ama en az bunun kadar önemli bir diğer husus da devletin güç, zenginlik ve itibar kaynağı gibi görülmesi ve kamu imkanlarından yararlanma arzusudur.

***

Bugün tam istediğimiz noktada değiliz. Yüz yıllık yolculukta Cumhuriyeti ve demokrasiyi yeterince anlamadık ve geliştiremedik! Siyasi açıdan derin bir kutuplaşma, huzurumuzu zorlayan bir yarılma içindeyiz.

Devrim, laiklik veya Atatürkçülük yobazları, dinci müfritlerden daha az tehlikeli değildir. Sol ile sağ, seküler ile muhafazakar dindarlar fena halde birbirine benzer; her iki taraf da tarih ve siyasetle ilgili birtakım iddiaları ya da şehir efsanelerini çoğu kere gerçek zanneder.

Biri diğerini bilmez; bizim ortalama seküler sol aydınımız tarih, Kuran ve İslam cahilidir. Dindar muhafazakarımız da ne zamanın ruhunu ne kendi toplumunu ne de dünyayı yeterince bilip anlamıştır.

Toplumsal huzur ve bütünleşme adına, dinin bu devirde ve bu ülkede nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiği üzerinde ne kadar durulsa azdır. Bütün işaretler gösteriyor ki, Müslümanlık bugün itibarıyla özünden uzaklaştırılmış ve yanlış bir çizgide kurumsallaşmıştır.

Din, inanç ve tarih üzerinden siyaset yapılması ülkeye yapılabilecek en büyük kötülükler arasındadır. Özellikle tarih, herkesin iştirak ettiği bir oyun, “amatör filozofların” at oynattığı bir alana dönüşebilmektedir.

Cumhuriyetin yüzüncü yılının tertipli değil gönüllü olarak ve çok farklı kesimlerce kitlesel olarak kutlanması ya da Atatürk, laiklik ve tarihle ilgili barışma ve uzlaşma eğilimlerinin artması umutlu olmak için önemli gelişmelerdir.

Ne var ki, devlet kurucu milli kahraman Atatürk’ten insanüstü özellikler taşıyan bir “kült” çıkarmamak gerekir. Abartma, dayatma ve yanılgı dolu bir tuzağa yeniden düşülmemelidir.

***

Din, devlet, laiklik ve kimlik etrafında ortaya çıkan toplumsal gerilimde, gelişmiş bir demokrasi anlayışı ve iyi yönetim, birçok olumsuzluğun çözüm yoludur.

Bu ülke ve Cumhuriyet hepimizin. Hiçbir “mahalle”nin değil hepimizin. Her kesimin itirazı ve iddiası kadar sorumluluğu da vardır.

Keşke yüzüncü yıl boyunca Cumhuriyet ve demokrasimiz dünü ve bugünü itibarıyla gerektiği kadar konuşulabilse, toplantılar, programlar, savunma ve suçlamadan uzak tartışmalar gerçekleşse, çözüme yönelik öz eleştiri ve değerlendirmeler yapılabilseydi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir