31.10.2023
Toplumların ve insanlığın huzur ve refahı için demokrasi dahil hiçbir siyasi rejim teminat teşkil etmez. Siyasi rejimi akıl ve hukukla, ahlak ve gelenekle/kültürle tahkim etmek gerekir.
Bir rejim, demokrasi de olsa zorbaların ya da “seçilmiş kralların” elinde bir zulüm düzenine dönüşebilmektedir.
Filistin halkına yapılanların gerisinde demokrasi değil, otoriter yönetim zihniyeti ve gayriinsani “kesin inançlılık” vardır.
İsrail’in olduğu kadar ABD ve AB başta olmak üzere en azından Batı’daki yönetimlerin derin zafiyetini ortaya çıkaran bu gelişme aynı zamanda bir çağdaş uygarlık ayıbıdır!
İnsanlığın aklı kadar kanı üzerinde de yükselmiş çağdaş emperyalizmin ileri karakolu İsrail’i lanetler iken bize düşen, elden geleni yapmak; ekonomimizi, eğitimimizi, savunmamızı ve bu bağlamda demokrasimizi geliştirmektir.
100. yıldönümünü kutlarken Cumhuriyetimizi güçlendirmek, insanımızı mutlu edecek siyasi bir düzen inşa etmek hepimizin vatandaşlık görevidir.
* * *
Benzerlikler olsa da birbirinin aynı iki siyasi rejim yoktur. Bu hüküm demokrasiler için de doğrudur.
Tarih, coğrafya dahil toplumsal özellikler ile güncel siyasi gelişmeler demokrasilerin kimliğini ya da niteliğini büyük ölçüde belirlemektedir.
Tabii ki temel insan hakları, serbest ve adil seçimler, hukukun üstünlüğü, laiklik, kuvvetler ayrılığı, özgür medya gibi temel ilke ve kriterler önemlidir.
Kategorik olarak tek bir tipten değil, bünyesinde kral ya da kraliçelerin de bulunabildiği farklı demokratik siyasi rejimlerden söz etmek daha doğrudur.
“En az kötü olan yönetim biçimi” olarak tanımlanan demokrasiler parmak izleri gibi farklıdır.
Dolayısıyla, evrensel özellikler yanında bizim demokrasimiz de esasen “yerli ve milli”dir.
* * *
Ülkemizde yakın zamanlara kadar askerler devletin nasıl yönetileceği konusunda kendilerince misyon üstlenmişler, demokrasinin üzerinde “demoklesin kılıcı” gibi durmaktan rahatsız olmamışlardır.
Özellikle 1960 darbesi sonrası, yüksek yargı organları başta olmak üzere, asker destekli ya da tembihli bazı kurumlar ile medya ve sivil toplum örgütleri vesayetçilerin müttefiki gibi davrandı.
Hatta yakın zamanlara kadar CHP’nin, askerin ve vesayetçi çevrelerin sözcüsü, en azından böyle gözüktüğü yaygın bir söylem idi.
Sadece askeri darbeler döneminde değil, seçimle iş başına gelmiş hükümetler zamanında da demokrasinin sınırları daraltılmış, gelişmiş bir demokraside görülmeyecek türden uygulamalar gözlenmiştir.
Mesela 1960 darbesi öncesinde Demokrat Parti iktidarının antidemokratik bir yaklaşımı benimseyip, bu yönde tedbirler alması demokrasimizin talihsizlikleri arasındadır.
Demokrasi azlığının diğer adı kolay yönetimdir!
* * *
Uzlaşma, işbirliği ve iletişim eksikliği, birlikte çalışma kültürünün zayıflığı gelenekselleşmiş gibidir. Kutuplaşma eğilimi yüksek, çoğulculuğun ve demokratik çeşitliliğin hazmı zordur bu ülkede.
Muhalefet açısından iktidarın, iktidara göre muhalefetin her dediği, yaptığı yanlıştır!
Liderlerin farklılıkları, parti içi rekabeti hazmetme kapasitesi niçin bu kadar düşüktür acaba? Sadece liderler değil, parti kurucuları, partililer farklılığa niçin bu kadar tahammülsüzdür?
(CHP’nin hem taşradaki hem de merkezdeki seçimli toplantılarının kaçı kavgasız gerçekleşti?)
Diğer yandan, anakronizmden kurtulamayan ana muhalefet partisi CHP’nin ayağı ise, dün de bugün de bir türlü yere basmadı.
CHP hem kendi iktidar olamamış hem de sağda veya merkezde başka bir alternatifi imkansız hale getirmiştir.
CHP çevresindeki sol eğilimli aydınlar ise, öteden beri ulusalcılık, Atatürkçülük, laikçilik, çağdaşlık ve tabii ki “devletçilik” söylemleri ile sanki kendi partileri aleyhine propaganda yapmışlardır.
* * *
Gerek tek parti döneminde gerekse çok partili yıllarda kaç siyasi parti kapatılmıştır?
Partilerin ilçe, il ve genel kongrelerinde seçimlerin sonuçları genellikle önceden bilinir. Çünkü, çok az istisna dışında, parti yönetimleri ya da liderler tarafından seçilmiş delegeler oy kullanır.
Lider, şef, başbuğ, reis ya da başkanlar… Kimin milletvekili seçileceğine karar verenler vatandaşlar değil lider ve yakın çevresidir.
Partiler ve liderler, aynı çatı altında kurşun asker gibi davranılmasını ve hizalanmayı istiyor. Partiler ve liderleri özdeşleşmiştir.
Her defasında başarısız olsa, seçim kaybetse dahi bir parti liderinin istifa etmesi olmayacak iştir!
Özellikle sağ eğilimli parti liderlerinin zorunlu durumlar dışında neredeyse ölünceye kadar iş başında kalması kanıksanmıştır.
Babalar ve oğullardan bile söz edilebilir: Saltanat/hanedan geleneği tarikatlarda olur da partilerde olmaz mı? Yeniden Refah ve Bağımsız Türkiye Partileri’nin genel başkanlarının babalarını hepimiz biliyoruz.
Anlaşılan, siyaset dünyamızda sosyo-kültürel bir “genetik kod” hükmünü icra etmektedir!
* * *
Sosyal hayatta ve siyasette, aynı inanç ve fikirleri benimseyen üç beş kişinin, birlikte yola çıktıktan kısa süre sonra ikiye üçe ayrılması sanki mukadder gibidir.
Bir partiden ayrılıp parti kuranlar da muhtemelen yeni bir otorite tesis etme özlemi ile o yola girmektedirler.
İstişare düzeni veya örgütlü akıllılık istisna, güç yozlaşması veya otoriterlik genel kuraldır!
Memlekette bu kadar çok parti kurulması neyin karinesidir? Sağın olduğu kadar sol grupların da, hemen hepsinin ayrı bir partisi yok mudur?
Deva’nın, Gelecek Partisi’nin ayrı tüzel kişilikleri ne anlama geliyor; Babacan ve Davutoğlu ayrı dünyaların insanları mıdır?
Rahmetli Yazıcıoğlu’nun Büyük Birlik Partisi’nden niçin üç veya dört parti çıkmıştır acaba, merak konusu değil midir?
Bir başkadır bizim memleketimiz…
* * *
Tayyip Bey’in kişiliğini, siyasi birikimini, yerli/milli kulvardaki profesyonelliğini önemsemek, ülkede olan bitenleri doğru değerlendirmek için onun mizacını, inancını, karakterini bilmek gerekir.
Oyun kuruculuğu, beklentilere aykırı davranış özellikleri… İnancını, ısrarını, pragmatizmini ve oportünizmini anlamak önemlidir.
Dünyanın seçimli, çok partili demokrasilerinde en çok üyesi olan parti AK Parti’dir! Ülke çapında mahalle, sokak örgütlülüğünü hedefleyen bir yapı ve işleyişten söz ediyoruz.
Yeni sistemde, aynı kişi hem parti genel başkanı hem de cumhurbaşkanıdır.
Sistemin Tayyip Bey’in ve Devlet Bahçeli’nin kişilik ve eğilimleri ile güçlendiğini, AK Parti’nin ve MHP’nin iç yapı ve işleyişlerinin buna göre şekillendiği söylenebilir.
Bu bağlamda Cumhur İttifakı, kabul edilmeli ki, en azından seçimleri kazanacak derecede de olsa Türkiye’nin, Türk toplumunun sosyolojisi ile bütünleşip buluşmuştur.
* * *
Devlet ile iktidar partisi, 1950’den beri hiç bu kadar bütünleşmemiş, “devlet” hiç bu kadar güçlü olmamıştır!
Cumhur İttifakı iktidar gücü ve devlet imkanlarının yapıştırıcı etkisinde birliğini, bütünlüğünü sürdürüyor.
Ergenekon/Balyoz kumpaslarının, Fetöcü yapılanmanın, 15 Temmuz ihanetinin ve enflasyonun yüzde yüzleri gördüğü bir ekonomiden yüzde yüz farklı bir dış politikaya savrulmanın yaşandığı bir ülkede hükümetin hâlâ ayakta kalması, seçim kazanabilmesi Türkiye’ye özgü olsa gerek.
Her ilde, hem de birden fazla meydan mitingi yapmanın siyaseten zorunlu görüldüğü bir dönemdeyiz. Aynı ekranda parti liderlerini ise hiç görmüyoruz.
Prompter düzeninin anlamını, önemini, illüzyon etkisini, liderliğe, partiye, siyasete katkısını çoğu kimse belki de hâlâ anlamamıştır!
Son dönemde medya kontrolü ya da bombardımanı durmaksızın ve genişleyerek devam etmektedir. Seçim kazanmaya ayarlı haber ve tartışma gündemleri, geleneksel ve modern hurafe dolu diziler, hamaseti, popülizmi zirveye taşımıştır.
* * *
Tevarüs ettiğimiz tecrübe, demokrasinin gelişmişliği bakımından daha iyi yerlerde bulunmamızı gerektiriyorsa da istenilen noktada durmadığımız açıktır.
Durumu anlamak ve açıklamak için ifrat ve tefrite düşmemek, “komplo teorilerine” sığınmamak gerekir.
Bazı açılardan, gelişmiş kabul edilen demokrasilerden daha ileri olduğumuz da bir başka hakikattir.
Bir köylü veya esnaf çocuğunun çok zorlanmadan milletvekili, bakan, başbakan ya da cumhurbaşkanı seçilmesi, mesela ABD’de olmayacak bir şeydir!
Ne var ki, meclisli ve seçimli siyasi hayatımızda tekmil bir demokrasiyi hiç görmedik, dolu dolu hiç yaşamadık diyebiliriz.
Biz bize benzeriz, dedim ya…