11.10.2023
Yüz elli yılı bulan Meşrutiyet, yüz yıllık Cumhuriyet ve birkaç nesillik çok partili rejim yolculuğumuz, bugün itibarıyla niçin mutlu sona ulaşmamıştır?
Kabul edelim ki, siyasi rejimle yakından ilgili ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan geldiğimiz yer tatmin edici olmaktan uzaktır. Ülkemizin iyi yönetilmediğine dair iddialar ve çözüm arayışları devam etmektedir.
Ülkenin otoriter bir zihniyetle yönetildiği, iktidar gücünün kötüye kullanıldığı, yani en azından demokratikleşme düzeyinin yetersizliği gibi derin tartışmaların içindeyiz.
Ölümü göze alarak kaçmak istenilen, fakirliğin kol gezdiği ülkelerin hemen hepsi, genellikle otoriter liderler ve rejimler tarafından yönetilmeseydi konu belki de ihmal edilebilirdi. Ama öyle değil…
Bugün gelişmiş kabul edilen ülkelerin benimsediği siyasi rejimlerin niteliği bir gösterge ise, toplumsal hedeflere ulaşmak için çağdaş demokratik rejimlerin kriter ve uygulamaları bizim için de bir zorunluluk arz etmektedir.
Kısaca, mazerete sığınmayı bir tarafa bırakıp demokrasinin güçlendirilmesini milli bir mesele olarak görmek, kendi haysiyetimize saygının gereğidir.
***
Otorite; yaptırım gücü, emretme, itaat ettirme hakkı demektir. Otorite yoksa yönetim de örgüt de yoktur. Küçük büyük örgütler kadar devletlerin yönetimi de otorite ile mümkündür. Otoritenin kaynağı, dozu ve kullanım tarzı önemlidir!
Kavram; yönetim, iktidar, siyasi ve idari güç anlamında yaygın şekilde kullanılmaktadır. Ayrıca bir sanat, bilim veya ihtisas alanında usta, uzman olmak şeklinde de kullanılır.
Otoriter yönetim ise, karar alırken ya da yetkisini kullanırken taviz vermeyen, istediğini zorla da olsa yaptırma gücüne sahip kişi ya da kurumların yönetim anlayışıdır. Meşruiyeti tartışılırken otoritenin kaynağı, dozu ve kullanım tarzı önemlidir!
Otoriter yöneticiler birlikte yönetmeye, yetki devrine istekli değildir. Dolayısıyla, astların görüşlerini ve önerilerini dikkate alan, hesap veren demokratik liderlik ya da yöneticiliğin tersidir.
Otoriter yönetim düzeninde genellikle korku ve baskı ön plandadır. Hızlı karar verme esastır. Kararlar sorgulanmamalıdır. Her şeyin en iyisini lider ya da yönetici bilir.
Otoriter lider ve yöneticiler sürekli itaat bekler. Eleştiren veya itiraz edenler kötüdür. Sadık, itaatkar tipler ise fazlasıyla ödüllendirilir.
***
Otoriterlik, güçlü merkezi otoritenin ya da yürütme gücünün genişletildiği ve hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, demokratik oy kullanma, özgür medya, sivil toplum gibi unsurların azaltıldığı bir siyasi sistemdir.
Siyasi alanda otoriterlik eğilimi ve uygulamaları güçlendikçe siyasi yetkilerin tek kişide veya merkezde toplandığı otoriter rejimler (otokrasi) ortaya çıkmaktadır.
Çoğulculuk, istişare, şeffaflaşma, hesap verme, rekabet gibi demokratik liderlik unsurlarından kaçınma arayışı otoriterliğin tercih sebebi gibidir.
Hem organizasyon hem devlet yönetimi düzeyinde otoriterlik eğilimi ciddi bir zafiyet göstergesidir. Otoriterlik; ortak akıldan uzaklaşma ve bilginin, liyakatin yerine dayatmanın geçmesidir.
Eğer, kök bir sebep aranacaksa, otoriterliğin dayanılmaz cazibesinin altında kolay yönetim isteği vardır. Tarihi süreçte toplumları ve ülkeleri yönetirken otoriter zihniyet kolay yol ve yöntem gibi algılanmış, kurumsallaşmış gibidir.
***
Hiç düşündünüz mü, ülkemizde bu kadar siyasi tecrübeden sonra demokrasi, niçin hâlâ yeteri kadar gelişmemiş, kurumsallaşmamıştır?
Şüphesiz özellikle siyasi alanda otoriterliğin benimsenmesinin ve demokratik uygulamaların zayıf kalmasının sosyolojik, tarihi ve güncel sebepleri vardır.
Kesin genelleme anlamına gelmemek kaydı ile, bizim insanlarımız “birey” olmaktan, yalnız kalmaktan korkar. Mahallenin, grubun, cemaatin bir parçası olmak daha güvenlidir. Bir nevi çocukluktan kurtulamamıştır. Aklıyla değil duyguları ile hareket ederler. Bir abiye, ablaya, lidere, hamiye, babaya muhtaçtırlar.
Sosyal, siyasi, seküler ya da dini otoriteyi kabul ettirmek yolunda inanç, ideoloji, gelenek, hamaset hatırlatması ve takviyesi, yani istismarı ise hiç bitmez. Siyaseten zorda kalanlar, seçim kazanmak isteyenler tarihi, toplumsal değerleri ve beka gibi güvenlik konularını hep gündemde tutmuş, öne çıkarmıştır.
Hele bizim gibi tarihi travmalar yaşamış, imparatorluk iken kıyasen küçük bir coğrafyaya gerilemiş bir ülkede devlet, vatan, millet, bayrak ve tabii ki beka gerekçesi hep gündemde olmuştur.
***
Siyaset veya bürokraside görev alanlar, sivil toplum örgütünde çalışanlar ya da sokaktaki insan nasıl, niçin düzene itaat edip onu meşrulaştırır?
Bireyleri, grupları veya toplumları otoriterliğe, “tek adam” yönetimine boyun eğmeye iten nedenler nelerdir?
Cevabı biraz uzun ve karmaşık. Ama kısaca açıklamak gerekirse; korku faktörünü, güçlünün yanında durma ya da güç kazanmayı, etnik, dinsel ve siyasal kimlik örtüşmesini, maddi çıkar elde etmeyi ve minnet borcundan kurtulma güdüsünü düşünmek ve altlarını çizmek gerekir.
Diktatörler en büyük desteği hurafelere inanmış kitlelerden alır. Oylama ile hakikatin bulunmadığı, kitlelerin hakikat peşinde olmadığı dabir başka gerçektir.
Otoriter veya totaliter bir düzenin, kontrollü bir medya ortamının nelere kadir olduğunu anlamak için George Orwell’i, 1984 romanını okuyun derim.
Geleneksel ve modern hurafeler yani bir kısım dini, milli nitelikli anlatılar, komplo teorileri, şehir efsaneleri ve sosyal medya yalanları otoriterliğin tahkim araçları olarak hayli etkilidir.
Devlet imkanlarının ulufe gibi dağıtıldığı otoriter düzenlerde, bu düzenden yararlananların kendilerini ispat yarışı da siyasi rejimin payandasıdır. En itaatkar, en sadık, en “mankurt” olan en çok değerlidir.
Ama bilelim ki, siyaset/iktidar yolunda insana saygı, rıza ve inanç yok, iktidara gelmek ve orada kalmak için hukuk ve adalet yerine kurnazlık, fırsatçılık, hele hele bir de “manipülasyon” var ise, otoriterlik “haysiyet cellatlığı“dır!
***
Otoriter davranış ve kişiliklere ait güzellemeler, tarihi ve güncel “rol model”ler üzerinden sürekli tekrarlanırsa, demokratik liderlik veya demokrasi fantezi gibi algılanabilir.
Döven ama aynı zamanda seven, yüzü gülmeyen, ciddiyet abidesi, disiplinden taviz vermeyen babalar, öğretmenler, komutanlar, siyasetçiler aynen yönetici/lider tipler gibi davranmalıdır.
Bizim dünyamızda sadece radikaller değil, dindar ve milliyetçiler, solcular, ulusalcılar, laikçiler de demokrasiyi yeterince özümsememiştir.
Bireysel istisnalar bulunsa bile hepsi “tek adamcı” ve “kesin inançlı”dır; yani hiçbiri zihnen demokrat değildir.
Okumuş yazmışlarımız nezdinde dayatmacı zihniyet, “kurtarıcılık” iddiası veya “vesayetçilik” özlemi varlığını hep hatırlatmıştır.
Öte yandan, aydınlar kadar sokaktaki insanların dünyasındaki “karizmatik lider” düşkünlüğü ise başka bir gerçeğimizdir.
Ne var ki, karizmatik lider hem örgüt hem de ülke yönetimine kritik zamanlarda önemli katkılar yapabilirken, zaman içinde despot bir kişiliğe de bürünebilmektedir.
Çoğu durumda otoriter tavırları meşrulaştırmaya çalışırken “lider iyi ama çevresi kötü” demek yerine, esasen “kendisi kötü çevresi iyi” denilse daha doğrudur.
***
Çağdaş dünyadaki otoriter rejimler farklı özelliklere sahip olsalar da ortak paydaları, otoriter zihniyet kaynaklı demokrasi azlığıdır. Otoriter tiplerin ölünceye kadar iktidarda kalma güdüsü ise, genellikle az gelişmiş ülkelere mahsus bir görgüsüzlüktür.
Bütün otoriter liderler çoğu kez birer “sahte kahraman”, otoriter rejimler ise küçük büyük birer “propaganda imparatorluğu”dur.
Ülkemizde öteden beri devletçilik, milliyetçilik, çağdaşlık gerekçeli merkeziyetçi otoriterlik eğilimleri, askeri ve sivil vesayet odaklarının benimsediği bir tavır ve manivela olmuştur.
Bu bağlamda, çok partili yıllardan beri belki tekmil bir demokrasimiz olmadı, otoriter bir rejim içinde değiliz ama son yıllardaki bazı düzenleme ve uygulamalar, sağduyulu insanları tedirginliğe, karamsarlığa itecek bir düzeye ulaşmıştır.
Belki iyimserlik, belki yanılgı, ama şahsi ve samimi düşüncem şudur: her şeye rağmen, eğer yeterince vizyoner siyasetçi ve bürokrat kadrolara sahip olursak tarihi, kültürel ve çağdaş özelliklerimiz gelişmiş bir demokrasinin inşasına hiç de engel değildir.