09.10.2023
Time Dergisi’nin 2012 yılının en etkili 100 kişisi listesinde birbirinden ilginç isimler yer almaktaydı. Ayetullah Hamaney’den Beşşar Esad’a, Obama’dan Mario Monti’ye, Benjamin Netanyahu’dan Rihanna’ya, Goodluck Jonathan’dan Merkel’e, Messi’den Kim Jong Un’a birbirinden çok farklı ve bir o kadar da benzer 100 isim.
Bu listede Türkiye’den de Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu isimleri yer almıştı. Ne oldu da bu iki isim sonraki yıllarda Türkiye’nin en etkisiz siyasetçilerinden oldular?
Soru/n: Gerçekten kendilerine ait bir ağırlıkları hiç olmadı mı, hep başkalarından güç alıp mı bugünlere geldiler? Bu makalemizde bu soru/nu irdeleyeceğiz.
Siyasetçinin iki özelliği vardır: Bir, söyleyecek sözü olmasıdır; ikincisi sözünü tam zamanında söyleyebilmesidir. Bunun için de akla dayalı bilgelik ve sezgiyi esas alan cesaret lazımdır.
Kanımca asıl kırılma noktası 16 Nisan 2017’deki anayasa değişikliği referandumuydu; gerçekten de sayın Davutoğlu ve Babacan referandumda kendilerine ait bir görüş ya da tavır ortaya koysalardı, şimdi her şey daha farklı olabilirdi.
O zaman Time Dergisi’ndeki bu iki ismin etkisinin başkasına bağlı olmadığı, bu etkinin (gücün) kendi içlerinden çıktığı anlaşılırdı.
Ama iki isim başta referandum olmak üzere, hep “içeride” sessiz kalmayı tercih etti. Her şey olup bittikten sonra kendi partilerine kurma yoluna gittiler.
O zamanlar çıkıp konuşsalardı, en azından sonradan özeleştiri yapsalardı şimdi hem ülkemizin durumu hem de kendilerinin pozisyonları çok daha farklı olurdu. Ama bu iki isim susmayı tercih etti, özeleştiri yapmaktan kaçındı, sığ sularda yüzmeyi tercih etti.
Belki de derin sularda yüzmeyi bilmiyorlardı, derin sularda yüzecek tecrübeleri ve cesaretleri yoktu. Bu haliyle onları suçlamamak gerekirdi. Haliyle sorumluluk herkeste – hem onlarda hem de onlara umut bağlayanlarda.
Bu yazımızın konusu Sayın Ali Babacan ve Deva Partisi.
Sayın Babacan ancak 8 Temmuz 2019’ta AKP’den istifa etti. Bu çok geç alınmış bir karardı. Gerçekten AKP’de işler yolunda gitmiyorduysa Babacan’ın çok önceden “kavgalı-dövüşlü olarak” partiden istifa etmesi gerekirdi. Böyle yapsaydı altı yıllık parlak ekonomi direktörlüğünü (2009-2015) yeni bir siyasi partinin lideri olarak kullanabilirdi; ama öyle olmadı.
Ali Babacan yıllarca AKP’nin gölgesinde bekledi, ‘yapıcı eleştirilerini’ içeride dile getirmekle yetindi. Bunun kime ne faydası vardı ki!
Halk buna inanmadı, bunu istemiyordu. Halk aslanlar gibi öne çıkıp halktan gücünü alan bir lider istiyordu. Oysa Babacan fazlasıyla teknokrattı; bu da onun en zayıf noktası oldu.
Teknokratlığı her şeyin önüne geçiyordu. Teknokratlığı devleti aşıyor, halka ise ulaşamıyordu. Devleti için çok güzel şeyler düşünüyordu ama yapamıyordu; çünkü has bir teknokrattı. Halkı için çok iyi plan ve programları vardı ama uygulayamıyordu; çünkü ziyadesiyle teknokrattı.
O yüzden Babacan’ın Deva Partisi halkın dertlerine derman olamadı; halk ne onun demokrasi vaadine güvendi ne de kalkınma hamlesine inandı.
Babacan merhum Turgut Özal kadar bilge ve cesur olsaydı şimdi merkez sağın en güçlü adresi ve aynı zamanda milliyetçi muhafazakarların ve dindar Kürtlerin rağbet ettiği bir parti olurdu. Ama öyle olmadı.
Demokrasi için farklı unsurlarla temas kurulamadı, bütün farklı unsurları demokrasi zemininde bir araya getiremedi. Çünkü demokrat görünen Babacan’ın gerçekte demokratlığı benimsemediği, özümsemediği, dahası önemsemediği görülmüştü.
Bu duruma Sayın Ahmet Faruk Ünsal’ın istifasını örnek verebiliriz. Deva Partisi’nin 90 kurucu üyesi arasında yer alan Ünsal kısaca, Ali Babacan’ın Deva Partisinin CHP listelerinden seçime girmesi kararını ve milletvekili adaylarını belirlemeyi “tek başına” yaptığını gerekçe gösterip 31.8.2023’te partinden istifa ettiğini kamuoyuna açıkladı.
Bunun sonucunda ne olmuştur? Deva Partisi CHP listelerinden 14 milletvekili kazanmıştır.
Her şey fazladan üç-beş milletvekili kazanmak için miydi? Sayın Babacan burada teknokratlığını mı kullandı yoksa siyasi liderliğini mi?
Zaman bize göstermiştir ki Sayın Babacan partisi adına seçime girseydi, üç-beş milletvekili daha fazla almak için Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklemeseydi her şey çok daha farklı olabilirdi. Hem kendisi hem de ülkemiz adına.
Kalkınmanın temelinde girişimcilik vardır. Her açıdan girişimcilik. Sayın Babacan’ın tek bir vasfı vardır: Ekonomi direktörlüğü, usta teknokrat, seviyeli devlet adamı.
Hepsi aynı kapıya çıkar: Devletin gölgesinde siyaset yapmak.
Turgut Özal devletin gölgesinde siyaset yapmayı reddetti, halka indi, halk onu sevdi, tuttu, benimsedi. Girişimcilik halkın ruhuna dokunmaktır. Ali Babacan halkın ruhuna dokunamadığı için, hiçbir açıdan kalkınma hamlesi yapamadı.
Deva, geçersiz paketlerin ve reçetelerin partisi. Babacan çok iyi bir ekonomist ya da teknokrat olabilir ama iyi bir lider değil. İyi bir lider olmak, belki bir Tanrı vergisidir, her kese nasip olmaz.
Belki de Babacan hiç parti kurmamalıydı. Çünkü o bir teknokrat olarak bir parti liderinden daha etkili, daha güçlü ve daha faydalı idi.
Ali Babacan teknokrasinin has adamıydı, öyle kalmalıydı. O şekilde devlete ve halka daha çok hizmeti dokunabilirdi.