01.10.2023
Her toplumda kamu yönetiminde, ekonomide, adalette vs. çözüm bekleyen sorunların varlığı siyasete ilginin temel nedenidir ve bu durum normaldir.
Kamu yönetiminin yetersizliği ya da siyasetçi ve bürokratların başarılı olamayışı, siyasetin hep gündemde olmasının ve toplumsal gerilimin de temeli gibidir.
İkna ve rıza temelli “değişim mühendisliği” yerine dayatmacı “toplum mühendisliği”ne önem verilmesi ise, öteden beri ideolojik yaklaşımların ve anti-demokratik zihniyetin genel geçer yaklaşımıdır.
Bizim dünyamızda, ülkeyi daha iyi yönetmek ya da kurtarmak iddiası hiç gündemden düşmemiş, bu durum, çoğu kere ideolojik eğilimlerin ve rövanşist söylemlerin gerekçesini teşkil etmiştir.
***
Bugün, sözlükteki anlamı ile uyumlu olup olmadığı tartışılabilir ama en azından bu şekilde algılanan “dindar/ milliyetçi/muhafazakar/” diye tanımlanabilecek bir iktidarın/ittifakın yönettiği bir ülkeyiz.
Ak Parti iktidarının hikayesi, tevarüs edilen yönetim anlayışına; Osmanlı’ya, Cumhuriyet’e, tek parti dönemine, darbelere, 28 Şubat’a, askeri vesayete, Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet gibi kurulup kapatılan partilere, Cumhuriyet Mitinglerine ve tabii ki Cemaat/Fetö yapılanmasının ürünü 15 Temmuz’a kadar götürülmez ise analiz eksik kalacaktır.
Bugün itibarıyla ve özellikle de son yıllarda ete kemiğe bürünen siyasi rejimin parlamenter demokrasiye geçildiğinden beri ilk defa ortaya çıkan, nev’i şahsına münhasır bir tablo/olgu olduğunu da peşinen kabul etmek gerekir.
Bir “paradoks” ile karşı karşıyayız: Türk siyasetinde hiçbir lider ve parti bu kadar seçim kazanmamış, bu kadar iktidarda kalmamıştır. Ama bu kadar devlet/yönetim ve demokrasi tecrübesine sahip bir ülkenin 2023 yılındaki siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel görünümü de böyle olmamalıydı!
Evet, AK Parti siyaseten başarılı olmuş gibidir ama bu durum toplumsal açıdan hayati önemi haiz, altından kalkılması zor yeni sorunları da gündeme getirmiştir.
***
Bu dönemde hem siyasette hem de sosyal alanda “dindarlık/milliyetçilik” daha görünür olmuştur.
Geldiğimiz noktada imam hatip okullarının, vakıf, tarikat ve cemaat okulları ile ilahiyatların artması, diyanetin etkinleşmesi, Kur’an kurslarının, milliyetçi/muhafazakar nitelikli faaliyetlerin çoğalması dikkati çeken bir olgudur.
Aynı zamanda genel başkan olarak Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylem ve eylemleri, Ayasofya dahil Çamlıca, Taksim vb. yeni camilerin açılması, kutlama/zafer törenleri, tarihi/milli/hamasi diziler, vakıf, dernek faaliyetleri siyasi ve sosyal iklimi etkilemiştir.
Ayrıca bu iklimde MHP’nin de iktidarın bir parçası olması, “dindar/milliyetçi siyaset” tablosunu güçlendirmiş, izlenen popülizm ve hamaset ağırlıklı strateji ülkedeki milliyetçilik şemsiyesini büyütmüştür.
Geleneksel ve sosyal medya mecraları dini ve milli sembollerin görünürlüğünü artırmıştır.
Son yıllarda siyasette, bürokraside, sivil toplumda ve hatta iş dünyasında çoğunlukla yukarıda sözü edilen çevrelerin mensupları ön plandadır.
***
Bu dönemde söylem eyleme dönüştü. Dindarlar/muhafazakarlar ve kısmen de olsa milliyetçiler açısından, bir bakıma gerçek hayali aştı. Niyet ve idealler kısmen veya tamamen gerçekleşti.
Siyaset ve yönetim açısından o güne kadar uzakta kalan “çevre”, AK Parti döneminde “merkez”e taşındı.
Özellikle bürokrasinin her düzeyinde tercih edilen insan kaynağının referansları arasında, hiçbirinde devletin nasıl yönetileceğine dair kayda değer birikim olmayan adresler vardır.
Temel ve güvenilir bilgi ve birikimden mahrum dindar/milliyetçi aydınlar merkezde ve taşrada siyasetçi, bürokrat, sivil toplum örgütü yöneticisi oldu.
Çağdaş yönetim/yönetişim ilkelerine aykırı fakat yerli ve milli denebilecek uygulamalar yaygınlaştı. Siyasette ve bürokraside görev üstlenen bu kadroların ortak özelliği ehliyet ve liyakat değil itaat ve sadakat oldu.
Kesin genellemeler tabii ki doğru değildir. Bütün dindarların, bütün milliyetçilerin, bütün imam hatip ve ilahiyat mezunlarının, vakıf, dernek, cemaat çevresinde toplanan insanların kategorik olarak hepsinin aynı özellikleri taşıdığı düşüncesi tabii ki yanlıştır. Ama bu insanlar büyük ölçüde AK Parti ile birlikte devleti yönetmeye başladılar, daha doğrusu AK Parti üzerinden devletle/siyasetle buluştular, bütünleştiler.
***
Rivayet muhtelif tabii ki. Yapılan yollara, köprülere, hava alanlarına, hastanelere, sosyal güvenlik harcamalarına, savunma sanayi hamlelerine, İHA ve SİHA’lara itibar edilirse durum bir başarı hikayesidir. Bu dönemde askeri vesayetin geriletilmesi, başörtüsünün mesele olmaktan çıkarılması önemlidir.
Evet, Tayyip Bey’in şahsi tercih ve inisiyatifleri olmasaydı ve iktidarda uzun süre bulunmasaydı bütün bunların gerçekleşmesi muhtemelen mümkün olmazdı.
Madalyonun öbür yüzüne bakıldığında ise sonuç çok iç açıcı değil, hatta can sıkıcıdır! Maddi kalkınma çabalarında görünür başarılar elde edilmiş gibi gözükse de, güvensizlik, huzursuzluk ve yoksulluk her geçen gün yaygınlaşmaya ve derinleşmeye başladı.
Bırakınız gelir dağılımı, işsizlik, milli gelir gibi önemli kriterleri, rekorlar kırdığımız faiz/enflasyon dalgası bile tek başına ekonominin ne kadar kötü yönetildiğinin tescili gibidir.
Hele hele, demokraside sınıfta kalındı. Parti devleti görüntüsü yaygınlaştı, kurumlar ya da bürokrasi sanki partinin emrine girdi. Yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü fantezi gibi oldu.
Hukuk ve adaletten, kuşatıcı bir dilden uzaklaşıldı. Rövanşist bir anlayışla yönetildiğimiz, böyle bir dönem içinde bulunduğumuz iddiası ve izlenimi sıklıkla dillendirilmektedir. Özellikle 21 yıllık AK Parti iktidarının üçüncü yedi yılında illaki seçim kazanmak adına sanki yapılmayan kalmadı.
Son zamanlardaki ekonomi hamleleri ve dış politikadaki radikal tavır değişiklikleri bugüne kadar doğru diye anlatılanların yanlışlığının itiraf veya ikrarı değil midir?
Acaba mesela adalette, eğitimde, kamu ihalelerinde veya diğer alanlarda ne olup bitmektedir?
Ne var ki, mevcut düzen Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı koordinasyonunda, profesyonel halkla ilişkiler ve propaganda faaliyetleri ile sürekli tahkim edilmektedir.
***
Bu süreçte, siyasette olduğu kadar bürokraside, ekonomide, hukuk düzeninde, eğitimde, sosyal güvenlikte, ulaştırma alanında yapısal denilebilecek değişiklikler gerçekleşti. Bu değişikliklerin ortak özelliği, büyük ölçüde, modern kamu yönetimi anlayışından uzak eller tarafından icra edilmiş olmalarıdır.
Bireysel inisiyatifin, farklı düşünmenin, itiraz ve eleştirinin olmadığı, itaat ve korkunun öne çıktığı ortamlardan gelen Anadolu’nun dindar /milliyetçi çocukları güç, kuvvet sahibi olunca bulundukları yerde demokratik bir yöneticiliği, özgürlükçü bir bakış açısını hem yeterince hazmedemediler hem de temsil edemediler.
Çocukluk ve gençliklerinde yaşayıp öğrendiklerinin bir türlü etkisinden uzak kalamadılar.
Mevki, makam sahibi olunca sanki yaşadıkları zorlukları unutmak ve hatta başkalarına yaşatmak gibi bir eğilim içine giriverdiler.
Muhalefette iken haklı gerekçelerle demokrasi diyenler, iktidar gücüne kavuşunca otoriter ve pragmatist davranmanın dışında çoğulcu ve ama kuşatıcı bir yaklaşımı benimseyemediler.
***
Büyük tabloda, bütün olup bitenler açısından Sayın Cumhurbaşkanı’nın rolü ve sorumluluğu mahfuz ve önemlidir.
Kendisinin mizacı, kişiliği bir tarafa sistem otoriterleşmeyi neredeyse zorunlu kılmıştır. Yeni sistemde tamamlayıcı yasa ve tedbirler eksik kalmış, hem iktidar hem toplum altından kalkılamayacak bir yükün altına girmiştir.
Ama sadece lideri suçlayarak, bütün olan bitenlerin sorumluluğunu ona yüklemek, hem kolaycılık hem de sorumluluktan kaçmak demektir.
İktidar çevresindeki aydınlar arasında menfaat ve meşrulaştırma ilişkisi çok güçlüdür. Görevden alınırım korkusuyla sessiz kalan, riske girmemek adına doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyenlere ne demeli? Onlar “bostan korkuluğu” mudur?
***
Özellikle az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde uzun süre aynı görevde kalıp “güç zehirlenmesi ”ne uğramayan insan, lider ve iktidar zor bulunur.
Yönetimde kalmak, yeniden seçim kazanmak adına geleneği, hukuku zorlamak, kamu imkanlarını seferber etmek ne ülke yararınadır ne de demokratik ve ahlaki bir davranıştır
Ülkede bugüne kadar, seçim kazanma hesabıyla yapılanlar veya yapılmayanlar dolayısıyla o kadar olumsuz enerji birikti ki…
Devletin dini adalet olmalıydı!
Ayırımcılıktan uzak, adil, bu ülkenin bütün insanlarını aynı gözle gören, liyakati, ehliyeti ödüllendiren bir sistem kurmak gerekirdi.
Bilinmelidir ki bilgiyi, liyakati, adaleti, adil rekabeti, sorumluluk ve hesap vermeyi ciddiye almayan hiçbir sistemin sürdürülebilirliği yoktur.
Kısacası, çağdaş demokrasi ve kamu yönetimi anlayışını benimsemiş siyasetçi ve yöneticilerin varlığı birçok sorunun çözüm formülüdür.