15.09.2023
Hayat hep şaşırtıyor, hem soru soruyor hem de cevabını çoğu kere kendi veriyor.
Her yeni bilgi, her yeni icat bir bakıma o güne kadar en azından o konuda ne kadar cahil olunduğunun belgesi değil midir?
Teoriler, parlak fikirler, pırıltılı planlar zamanla boşa çıkıveriyor; filozoflar dahil aydınlar çoğu kere sınıfta kalıyor.
Tarih insanlığın değişme ve gelişme hikayesi olduğu kadar, yanılgılar çöplüğü gibi de görülebilir.
İnsanlığın ve ülkemizin hikayesine bakılırsa bugün bildiklerimize, doğru diye sarıldıklarımıza prensip olarak çok fazla güvenmememiz gerekmez mi?
Hakikat, bir de insanla, toplumla ilgili ise genellikle “gri” ya da bir bakıma “çirkindir”; hakikate yakın durmak adına belki de bütün “doğru” bilinenlerden şüphe etmek sağduyu gereğidir!
***
Çocukluğumda belediye otobüsünde sigara içilirdi; izmariti otobüsün içinde ayakları ile ezen yolcuları hatırlıyorum!
Mesele edildiğini, kimsenin tepki gösterdiğini de hatırlamıyorum.
O gün yine öğretmenlerimiz, hocalarımız, anlı şanlı belediye başkanlarımız, siyasetçilerimiz, aydınlarımız vardı!
Bu bağlamda, özellikle aydınların, teknik bir alanda ekmeğini kazananların mesleki bilgisine bir şey diyemem. Ama tarih, din, toplum, dünya, hayat tarzı vb. hakkında “kesin inançlı” olmasalar, mütevazı olsalar herhalde iyi olur!
Sebep sonuç ilişkisi kurulurken, genelleme yapar konuşup yazarken birkaç kere düşünülse yeridir.
Anlaşılan her zamanın kendi gerçeği var! Zamanın ruhu, ekosistem ya da sosyokültürel iklimin etkisi diyelim.
Daha önemlisi, yaşanılan zamanda doğru yerde durmak, daha az yanılmak ve üstüne düşeni yapmaktır.
***
Her şey ortada iken, özellikle iktidar cenahı gönül huzuruyla demokrasiden söz edebiliyor.
Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşarken, kitlesel bir yoksullaşma meydana gelirken, halka ekonominin iyi durumda olduğu söylenebiliyor.
Daha kötüsü de ekonomik sıkıntıların nedeni olarak akıl ve hukuk dışılık değil dış güçler gösterilebiliyor.
Konjonktüre göre dozu azalıp çoğalan beka ya da emperyalizm sorunuyla yatıp kalkıyor, komplo teorileri ile avunuyoruz.
Aksi doğru olduğu halde, korku iklimi yokmuş, yargı bağımsızmış, medya işini yapıyormuş gibi bir davranıyoruz.
Yakışıyor mu? Mesela enflasyon, yolsuzluk vb. konularda Güney Amerika’daki, Afrika’daki kaç ülke bizden ileride, daha iyi durumda acaba?
Halbuki uluslararası istatistiklere itibar edilirse, toplumsal hayat ya da insani gelişmişlik açısından birçok konuda yerlerde sürünüyoruz.
Sadece itiraf etmiyoruz, edemiyoruz.
Bu durum tarihi bir yanılgı değil midir?
***
Hani muhalefet zafer kazanacak, iktidar kaybedecekti. İktidar yıpranmıştı, yılların yükünü taşıyan Tayyip Bey bu defa seçilemeyecekti…
Parlamenter sistem gelecek, ortak program uygulamaya geçirilecek, demokratik düzen yeniden kurulacaktı…
Muhalefet kazanmamak için sanki elinden geleni yaptı. En etkili tedbir(!) Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, ikincisi de Millet İttifakı’nın vizyon ve strateji zafiyeti idi.
Anlaşılan, CHP dışındaki partilerin ve liderlerin de oyun kuracak/bozacak güçleri ya da nitelikleri yoktu.
Onlarca kere bir araya gelmiş, hacimli bir programda uzlaşmış bir ittifakın seçim sonrası birdenbire buharlaşması manidar değil midir?
CHP, derin bir öz eleştiri yapmadıkça, “helalleşmeyi” kurumsallaştırmadıkça, yani dönüşmedikçe, jakoben aydınların ve medya aktörlerinin partisi oldukça bugünden daha ileri gidemeyecektir
Muhalefet ümit olamadı, boşluğu dolduramadı; kazanmayı hak etmemiş, yanılmışlardı.
***
Gerçekte iktidar kanadı da başarılı olamadı, zafer filan kazanmadı. “Pirus zaferi” denilecek bir tablo yok mu ortada?
Hadi formaliteler ikmal edildi, seçimler kazanıldıysa bile Alev Alatlı’nın deyimi ile, elde edilen sonuç “helal” miydi, hak yerini buldu mu?
Adil, eşit, hakkaniyete uygun bir seçim yapıldı mı? İktidar gücü kötüye kullanılmadı mı?
Otoriterleşmenin Türkiye’yi en azından mecalsiz bırakacağını, siyaseti ve bürokrasiyi çoraklaştıracağını, özellikle çoğu devletçi, milliyetçi, muhafazakar, dindar aydınlar ve öncülük yaptıkları kitleler ne yazık ki hiç göremedi
İdeolojik ve politik körlük hukuku ekonomiyi, toplumsal barışı ve tabii ki demokrasiyi geriletti, haberleri yok!
Topluma bu kadar maddi ve manevi bedel ödettikten sonra elde edilen “zafer”, kimlerin, nasıl içine sindi acaba?
***
Madde ve hakikat acımasızdır. Aklın, bilimin ışığında nerede durduğumuzu görmemek, ağlatıcı da olsa, gerçeklerle yüzleşmemek en büyük yanılgımızdır!
Temel ihtiyaçları karşılama, bireyleri güçlendirip toplumsal hayatı iyileştirme beklentisine yeterince cevap veremeyen en başta devlet olmak üzere siyaset, adalet, ekonomi, eğitim, sağlık, güvenlik, aile, din kurumları…
Etkinlik ve verimlilik kaygısı taşımayan, hesap verme ve sorumluluk gibi değerlerden uzak yönetilen hükümetler, kamu kurumları ve kuruluşları, partiler, dernekler, sendikalar; üniversitelerimiz, belediyelerimiz, hastanelerimiz, okullarımız, şirketlerimiz…
Kategorik bir genelleme ve suçlama anlamına gelmemek kaydı ile aydınlarımız; siyasetçilerimiz, yöneticilerimiz, uzmanlarımız, doktorlarımız, mühendislerimiz, avukatlarımız, medya mensupları, hocalarımız, öğretmenlerimiz, iş insanlarımız, tüccar ve esnafımız…
Yetkinliğin ve ahlakın neresindedirler?
Kendi koğuşlarında dünyaya nizam veren, kafa konforları yerinde, kendilerinin doğru yolda olduğunu düşünen, ötekinden habersiz ideolojik, politik, seküler ya da dini gruplar/cemaatler…
Devletçiler, milliyetçiler, Atatürkçüler, liberaller, dindarlar, muhafazakârlar, şucular bucular…
Kamudan zenginleşmeyi, vergi kaçırmayı, yolsuzluğu ve tabii ki liyakatsizliği, torpili/iltiması, rüşvetle iş yaptırmayı, haksız kazanç elde etmeyi; ideolojik ve politik yandaşlığı, hemşericiliği, bölgeciliği, mezhepçiliği, utanmazlığı, çevre duyarsızlığını; yani ahlak zafiyetimizi hatırlatmak bile istemiyorum.
Bireysel ve toplumsal açıdan uyanmayı, kendine gelmeyi, yeniden düşünmeyi gerektiren bir tablo ya da tarihi yanılgı içinde değil miyiz?
***
En çok yanıldığımız konuların başında, özellikle siyasette ve kamudaki yönetim kalitesi ve yöneticilik anlayışı geliyor.
Ülkenin olduğu kadar, kurumların yönetimi önemli, etkili yöneticilik anahtar bir kavramdır. Doğru iş yapmak yeterli değil, işi doğru da yapmak gerekir.
Durum böyle olunca, hasbelkader liderlik koltuğuna ve tepe yöneticiliğine yükselmiş bir insan yönetimin alfabesinden, matematikteki dört işleme eşdeğer özelliklerinden haberdar değilse, iyi şeylerin ortaya çıkmasına şaşırmak gerekir.
Yöneticiliği bilmeyenler, liyakat sahibi insanları değil genellikle sözünü geçirebilecek, itaat edecek kendisi gibilerini yönetici seçmekte, etkin olmayan bir yapının ve işleyişin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır!
Diyelim ki Kuzey Kore modeli… Tarif gereği, bütün yetkinin tek elde toplanması, baştaki diktatörün karın ağrısı dahil kişilik özellikleri bütün ülkenin hayatını etkilemeyecek midir?
***
Bilgi ve vizyon eksikliği, gaflet ve kötü yönetim yüzünden beşeri sermayemiz, tarihimiz ve coğrafyamız yani potansiyelimiz bizi sıçratabilecek bir avantaj iken ayak bağı olabiliyor.
Türkiye bu bölgede çağdaş bir demokrasi ya da hukuk devleti, yani gelişmiş bir ülke olabilseydi, bunu başarabilseydik hem İslam dünyası hem dünya için çok şey fark etmez miydi?
2023 yılı itibarıyla, hadi Cumhurbaşkanlığı seçimleri dolayısıyla gündeme geldi diyelim, olan bitene, her gün yaşadıklarımıza yakından bakıp, topluca bir değerlendirme yapıldığında muhalif, muvafık hepimiz yine yanılmış sayılmaz mıyız?
Eğer tarih aynı zamanda yanılgıların hikayesi ise, benim şahsi ve samimi temennim, içinde bulunduğumuz şartların olumsuzluğu konusunda gerçekten yanılmış olmaktır!