NURETTİN KALDIRIMCI : 15 Temmuz’u konuşmalıyız!

15.08.2023

Yüz binlerce insanın doğrudan etkilendiği, on binlerce kişinin değişik hapis cezalarına çarptırıldığı, üç bin civarında müebbet hapis cezasının verildiği bir darbe teşebbüsü herhalde daha fazla konuşulmalıdır.

İdam cezası müebbet hapis cezasına çevrilmeseydi, belki de binlerce kişinin idam edileceği toplumsal bir olay ile karşı karşıyayız.

Yargılama süreci, darbe kalkışmasının bastırılmasından sonraki idari, adli düzenleme ve uygulamaların sonuçları, doğurduğu komplikasyonlar tarafsız bir şekilde değerlendirilmelidir.

Darbeci örgütü/cemaati besleyip büyüten siyasi, sosyal ve kültürel iklim hakikate yakın durma adına analiz edilmelidir.

Devlet yani başta siyaset kurumu olmak üzere ilgili bürokrasi, asker ve siviller, tabii ki aydınlar, illâki bir özeleştiri yapmalı, toplum olarak nerede durduğumuzu anlamak, öğrenmek için 15 Temmuz yeterince konuşulmalıdır.

*     *     *

Amma da mazoşist imişiz!

Ülkeyi yönetme mevkiinde bulunanlar dahil ikide bir emperyalizmden, bölücülükten şikayet edenler kendi ülkelerinin vatandaşlarını bölmek/kutuplaştırmak anlamına gelecek söylemlerden niçin kaçınmaz acaba?

Makul olun diyenler, haksızlıklara itiraz edenler veya olan bitenlerin en azından bir kısmını eleştirenler de hainlikle suçlandığına göre, kendi insanımıza acımasızlık bu kadar olur.

“Avrupa Konseyi’nin 2020 ceza istatistikleri raporuna göre, Avrupa’da “terör suçlarından” hüküm giyen toplamdaki 30 bin 524 kişinin 29 bin 827’si, yani %98’i Türkiye’de! Terör suçu nedeniyle Fransa’da 292, İspanya’da ise 209 kişi cezaevindeymiş!” (Elif Çakır, Karar, 2 Ağustos 2023).

Kesin inançlılığın, tarafgirliğin şehveti ile hemen her muhalifi, bazen neredeyse milletin yarısını hıyanetle suçlayan bir zihin hastalıklıdır.

Haini bu kadar çok bir ülke, ölmüşler de haberleri yok denilecek bir yerdir!

Duyunca irkildim: Küçük bir ilçede, bir zamanlar sevilen, sayılan ama cemaate yakın duran bir vatandaş Fetöcülükle suçlanmış ama mahkumiyet de almamış. Fakat şimdilerde, yolda karşılaştığı 40 yıllık arkadaşları, eski tanıdıkları yüzlerini çevirip yollarını değiştiriyormuş!

Fetö’den mahkum olmuş birinin bırakınız kendisine, yakınına dahi telefon açmaya, selam vermeye, hatır sormaya korkan insanlarımızın çokluğu ise nevzuhur ya da post-modern bir faciaya işaret ediyor.

*     *     *

İkide bir başımız sıkıştıkça, durmaksızın çiğnenen şu Amerikan ya da emperyalizm sakızından artık kurtulmamız gerekmiyor mu?

ABD’nin emperyalist eğilimlerini, bu bahiste elinin, kolunun uzun olduğunu tabii ki biliyoruz. Ama, dünyanın yuvarlaklığını anlatır gibi her darbeyi, her toplumsal problemi bu faktöre bağlayan koyu cehalet ne zaman bitecek?

Sadece 15 Temmuz’un değil 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin de arkasında ABD yok muydu? Sözü edilen darbelerin de tam Amerikan işi olduğu ileri sürüldüğüne göre sonraki yılları, o günlerden bugüne yapılanları, yaşadıklarımızı nasıl açıklayacağız?

15 Temmuz olayını doğrudan ABD’nin inisiyatifi gibi gören veya böyle göstermek isteyenler, açıktır ki önce kendi sorumluluklarını, sonra da toplumsal eksikliklerimizi gözden kaçırmak isteyenlerdir.

Anlaşılan, tarih tekerrür ediyor! Toplumsal patinaja devam.

Birkaç yüzyıldır hep “hayret” makamındayız!

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar / Hiç, ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

*     *     *

Tamam, 15 Temmuz kalkışması siyasete, demokrasiye, vatan ve millete yönelik hain bir teşebbüstür. Şehitlerimize rahmet olsun. Tabii ki suçlular cezalandırılmalıdır.

Ama, 15 Temmuz topyekun değerlendirildiğinde, ortada kafaları karıştıracak çarpıklıklar, vicdanları sızlatacak haksızlıklar, sağduyulu her insanı isyan ettirecek soru ve sorunlar vardır:

Cemaatin güçlenmesi ve daha sonra da Fetö’ye dönüşmesi sürecinde hem de farklı görüşlerden o kadar devlet adamı ya da siyasetçi nasıl olup da basiret ve ferasetten bu kadar uzak kalmıştır?

Darbe öncesi dönemde Fetö’ye fazlasıyla yardımcı olan, en azından bazı önemli isimlerin zafer kazanmış edasıyla özellikle siyasette bugün dahi ön planda gözükmesi ne ile, hangi hikmet-i hükümet ilkesiyle açıklanır acaba?

Hanefi Avcı’nın dediği gibi, bir ülkede yüz binlerce üyesi olan silahlı terör örgütü olabilir, bu gerekçe ile insanlara ceza verilebilir mi?

Darbe teşebbüsü sonrası 35 şirketine, milyarlarca dolarlık mal varlığına el konulan, aile üyelerinin neredeyse tamamının hapse atıldığı “Boydak Vak’ası” ve benzerleri neyin nesidir? Rejim kökten değişti de haberimiz mi yok?

Sonraları sağda solda, mahkemelerde ve medyada arz-ı endam eden, darbe teşebbüsü öncesi durumdan vazife çıkarıp “fişleme” yapanların yol açtıkları mağduriyet ya da yargılama sürecine verdikleri hasar nedir acaba?

Eğer bir suç ve suçlu olsa bile, onun aile fertlerinin, çoluk çocuğunun, anne babasının, akraba ve yakınlarının hatta hemşerilerinin itibarsızlaştırılması, kamuda ve sivil alanda lanetli muamelesi görmesi yerli/milli bir icat mıdır?

Meriç’ten geçerken ya da Ege’de kaç kişi boğulmuş, kaçıp saklanırken veya iş güç yokluğundan, geçim zorluğundan ya da itibar kaybından, hatta hain damgasının ağırlığından kaç kişi intihar etmiştir?

15 Temmuz gibi, 21. yüzyıl ayıbı denilebilecek toplumsal bir olayı gerektiği kadar konuştuk mu, ne dersiniz?

 *     *     *

Cemaatin Fetö’ye dönüşmesi sürecindeki siyaset sosyolojisi, kamu yönetimi, siyasi partiler, medya, sivil toplum örgütleri, dini cemaatler, uluslararası destek gibi iç ve dış unsurlar bilinmez ise, kolay genelleme eğilimleri ve komplo teorileri ortalığı kaplayacaktır.

Açıktır ki aidiyet, mensubiyet ilişkisine dayanan toplumsal grupların ya da cemaat denebilecek yapıların varlığını meşrulaştıracak anlaşılır sebepler vardır.

En başında bilinmelidir ki, zamanla terör örgütüne dönüşme potansiyeli taşıyan bir “yapı ve işleyiş”le ilgili gerekli tedbirleri almamak öncelikle bir siyaset ve kamu yönetimi başarısızlığı/yetersizliği ya da sorumluluğudur!

Bireysel planda ise, temelde “karar verme zorluğundan” kurtulma, “bir bilene bağlanma” rahatlığı da olsa, Türkiye örneğinde “Müslümanlık/dindarlık” algısını unutmamak gerekir.

Ortalama vatandaşın dünyasında, en azından bazı önemli konularda rahat karar vermek için başvurulan yolların en başında, bir inanca, dine, mezhebe veya ideolojiye bağlanmak, bir gruba/cemaate girmek gelir.

En iyisi bir takım tutmak, bir renk seçmek, bir abiye, bir lidere, bir şeyhe bağlanmaktır. Takımın/cemaatin, şeyhin ya da liderin, sorulara ve sorunlara dair cevap anahtarları, çözüm formülleri, hazır reçeteleri vardır.

Ayrıca, ilgilisi için bürokraside terfi etmek, tayinini yaptırmak, iş dünyasında işlerini kolaylaştırmak, büyütmek gibi istekler de tabii ki etkili olmuştur.

Sadakat/bağlılık ve itaat arttıkça bireysel tatmin de artar. Kafa konforunun zirvesi mankurtluktur!

 *     *     *

Acizane, en az 40 yıllık okuma, gözlem ve tecrübeden sonra rahatlıkla diyorum ki, ideolojik ve politik kimlik sahiplerinin özellikle toplumsal/siyasi meselelerde sağlıklı düşünmesi zordur!

Öyle ise, gidilecek yol bellidir: “Mağara”mızdan çıkmalı, üzerimizdeki “deli gömleklerini” atmalı, zihin dünyamızın “pranga”larından kurtulmalıyız.

Şimdi en başta devlet ve hükümet olmak üzere toplumun bütün aklı erenleri, bu tarihi travmanın izlerinin silinmesi, yaranın iyileştirilmesi gibi toplumsal bir görev ve sorumlulukla karşı karşıyadır.

An itibarıyla, hem de hiç gecikmeden, mevcut İktidar özellikle demokrasi, yargı, adalet, insan hakları konusundaki tavrını değiştirmeli, reformist dönemlerine geri dönmelidir.

Karar mercii Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Bugün itibarıyla, Sayın Cumhurbaşkanı istediği için ekonomide ve dış politikada nispeten daha rasyonel bir çizgiye girildiği de görülmektedir.

Ekonomi ve dış politikadaki değişikliklerden beklenen sonucun elde edilmesinin ancak hukuka, adalet temelli hukuk düzenine güven ile mümkün olacağını kim bilmez?

*     *     *

Yeterli bilgi, özeleştiri ve tutarlı eleştiri hakikate yakın durmanın şifresidir.

Hamaseti ve popülist söylemi bir tarafa bırakarak 15 Temmuz’u enine boyuna, bütün boyutları ile anlama çabasını birçok bakımdan çok değerli bulduğumu ifade etmeliyim.

Ama biliyorum ki, dün de bugün de toplumsal hayatımızı yakından ilgilendiren ya da etkileyen bir çok konu üzerinde ya hiç durulmamış, ya da bu konular “mış gibi” ele alınmıştır.

Devlet/kamu yönetimi geleneğimiz, etkin devlet/bürokrasi düzeni, modernleşme, siyaset ve siyasetçi anlayışı, demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, kutuplaşma, milli bütünlük, eğitim/üniversite, hukuk, akıl, bilim, ahlak, sivil toplum, laiklik, dini hayat, liyakat duyarlılığı, bireysel sorumluluk…

İyi yönetim, ekonomi, tarım, sanayi, katma değeri yüksek ürünler, ihracat, rekabet, verimlilik, kalite…

Yatırım ortamı, üretim, enflasyon, istihdam, işsizlik, sosyal güvenlik, gelir dağılımı, depreme hazırlık, yaşanabilir şehirlerin inşası…

Geleceğe hazırlanma, beyin göçü, yapay zeka, iklim değişikliği, çevre duyarlılığı, göç idaresi…

Hangisini yeterince konuştuk ki?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir