NURETTİN KALDIRIMCI : Seçim ve demokrasi derken…

25.04.2023

Seçim sath-ı mailine girdik. Bir tarafta kazanma ümidi, diğer tarafta devam etme arzusu.

Bu ortamda günlük hayatı ilgilendiren konuların yanında vatanseverlik ve ihanet söyleminin, terörün ve tabii ki beka meselesinin tartışmaların bir parçası haline gelmesi kimseyi şaşırtmamalı. Çoğu kimse abartmaların, vaat yarışının, hamaset edebiyatının, bel altı vuruşların, yalanların farkında.

Hayat devam ediyor; seçimlerin gölgesinde daha iyi bir Türkiye hayali dillendiriliyor. Samimi çabalar sergilenir mitingler yapılırken, daha dün acılara boğulduğumuz deprem bile neredeyse geride kaldı.

Sonuca yarar düşüncesiyle iktidar da muhalefet de her türlü fırsatı değerlendiriyor, elinden geleni yapıyor.

Ülkemizde seçimlere ilginin ve katılma oranının yüksekliği, ilk planda olumlu gibi algılansa da esasen sağlıklı bir görüntü değildir!

Kabul edelim ki, toplumsal hayatımızda geçici değil neredeyse son iki yüzyılın bitmeyen gündemi siyasettir! Keşke ihtiyaç hissedilmeseydi, siyaset ülkemizde bu kadar önemli olmasa, bu kadar ilgi görmeseydi!

Seçimler ve sonuçları birçok açıdan tabii ki önemli. Ama şimdi olduğu gibi olağanüstü sayılabilecek durumlar dışında seçimlerin neredeyse hayati bir sorun gibi algılanması esasında bir yanılgı, bu şekilde gösterilmesi bir çarpıtmadır.

Bu durum, bir geri kalmışlık/az gelişmişlik halidir. 

*     *     *

Seçimlere ilgi ve katılımın yüksekliği vatandaşın ülkede olup bitenlere duyarsız kalmadığı anlamına gelir; normaldir, üstelik gereklidir. Birçok açıdan anlamlıdır.

Ama ortada hayatı ciddi şekilde etkileyen olumsuzluklar varsa, yoğun bir propaganda kuşatması, kuralsız kampanyalar söz konusu ise durup düşünmek gerekir:

Belli ki herkesin hayatını etkileyen sosyal ve ekonomik sıkıntıların çokluğu seçimlere ilgiyi artırmaktadır. 

Artan ilginin ikinci ayağını ise medya destekli “üretilmiş politizasyon” ve kutuplaşma derecesinin yüksekliği teşkil ediyor.

Evet, oy verme vatandaşlık görevidir. Demokrasilerin olmazsa olmazı serbest seçimler ya da sandıktır. Ama sandık gerekli olsa da yeterli değildir.

Sandığın yanında; seçim güvenliğinin, kuvvetler ayrılığının, bağımsız kurumların, özgür medyanın bulunmadığı bir rejimin demokratik olduğu nasıl iddia edilebilir ki?

*     *     *

Seçimlere giderken; devlet, millet, din, vatan, bayrak gibi değerlerin öne çıktığı, istismar edildiği bir sürece dönüşmesi can sıkıcıdır.

Beka/milli güvenlik konusunda duyarlı olmamız doğaldır, eyvallah. Milletlerin tarihi bakımından kısa denebilecek bir süre önce vatan topraklarımızı, imparatorluğumuzu, insanlarımızı kaybettik, büyük savaşlar, büyük acılar, tarihi “travmalar” yaşadık.

Fakat canımızla kanımızla da olsa milli devletimizi kuralı çok oldu, çok da yol kat ettik, en azından bir yüzyıl geçti.

Travmaların etkisinden bir türlü kurtulamadık. Bu devirde bile seçim gündeme geldiğinde hâlâ beka, milli güvenlik, dış güçler, iç düşmanlar gibi konuları dilimize pelesenk etmemiz normal midir?

Bu durum aynı zamanda, dünden bugüne siyaset kurumunun ve bütün siyasetçilerin yetersizliğine, hatta toplumsal başarısızlığımıza işaret etmiyor mu?

Oy vermenin bağımsızlık, milliyetçilik, vatanseverlikle ilişkilendirilmesinin kısmen de olsa anlaşılır tarafı belki vardır ama ibadet, günah, sevap, öbür dünyada hesap meselesi gibi gösterilmeye çalışılmasının açıklanması güçtür.

Bu söylemin yanına bir de milli güvenlik ve beka meselesi eklenince dış güçler, terör, yeni üretilen silahlar ve tabii ki hamaset edebiyatı seçim pazarında kolayca müşteri bulabilmektedir.

Seçim döneminde de olsa ürettiğimiz silahlar eşliğindeki hamaset edebiyatı ile yatıp kalkmamız, bir partiye ya da ittifaka oy verilmesi, aksi halde aç ve susuz kalacağız gibi telkin ve taleplere muhatap olmamız neyin nesidir?

Buradan hatırlatayım: Bu tür söylemlere sarılarak kazanılan bir seçim, başarı hikayesi değil olsa olsa bir “Pirus zaferidir”!

*     *     *

Seçim dönemleri siyaset dünyasında eleştiri kadar özeleştirinin de yapıldığı zamanlardır. Bu durum toplumsal açıdan bir fırsattır; geleceğe hazırlanmak, hesap vermek ve sorumluluk taahhüdü açısından bir kazançtır.

Bu fırsatı akılsız eleştiri ve söylemlerle ağır zarara dönüştürmemek siyasetçiler için olduğu kadar toplumsal açıdan da bir akıl ve ahlâk sınavıdır.

Bereket millet daha olgun gözüküyor, bazı liderlerin tahriklerine kapılmıyor da akşam sabah sokakta kavga çıkmıyor.

Siyasetin küfürlü, ithamlı, espriden yoksun, olumlu yönde örnek oluşturmayan, öğretmeyen ama ötekileştiren, kutuplaştıran, cehaleti çoğaltan bir uğraş gibi gözükmesi sosyal felaket düzeyinde bir talihsizlik.

Seçimin bu kadar önemli ve öncelikli bir konuya dönüşmesi son tahlilde esasen siyaset kurumunun nitelikleriyle ilgilidir ve kötü yönetim kaynaklıdır. Bizim ülkemizde siyaset çağdaş değer ve kriterler açısından kurumsallaşamadı. Demokratik sistem düşüncesi yeterince içselleştirilemedi.

Kötü yönetim hukuksuzluk, haksızlık, yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar demektir. Geçim zorluğu, işsizlik ve enflasyondur.

Kötü yönetim beşeri ve maddi kaynakların etkin kullanılmaması, ülkenin kalkınıp yeterince gelişmemesidir. Eğitimin, bilginin, bilimin ve iş ahlâkının ihmal edilmesidir. Verimsizlik, israf, keyfilik, hesap vermemektir.

Âdil rekabet eksikliğidir. Kamu imkanlarından yararlanarak, nüfuz ticareti ile zengin olmaktır. Liyakate, eşitlik ve adalete, tarafsız değerlendirmeye itibar etmemektir.

Bu bağlamda siyaset önemli ama iktidarın el değiştireceği zamana kadar yapılan vahim yanlışlıklar parlamento, bağımsız yargı, bağımsız kurumlar, sivil toplum ve medya aracılığıyla önlenemiyorsa, o ülke kara güne kalmış demektir!

Çünkü sandık gününe kadar hukuka, ahlâka, kamu düzenine açıkça aykırı konular hakkında bir şey yapılamamış ise, yaptırmayan irade seçimi de sandığı da sabote edebilecektir!

*     *     *

Demokrasinin varlığının en sahici ve somut göstergesi iktidar değişiminin sancısız olmasıdır.

Devlet kurumları, başta seçim kurulları olmak üzere mahkemeleri, güvenlik örgütü bütün partilere eşit davranmak, seçim güvenliğinden şüphe duyurmamak sorumluluğu altındadır. Devletin kurumları ve görevlileri hiçbir partinin yanında veya karşısında olmamalıdır.

Bazı ülkelerde seçim yapıldığını ama iktidarın kolay kolay değişmediğini doğumuzdaki otoriter rejimlere bakarak anlayabiliriz. Öyle yerlerde seçimler ha var ha yoktur!

İktidar aleyhine söylenecek her sözü milletin, devletin bekasına tehdit gibi gören anlayış demokrasinin neresindedir?

Vizyonsuz ve ilkesiz siyaset anlayışı toplumun omuzunda ağır bir yük ya da ayak bağıdır. Bu ülkede, en az yüzyıl öncesinden, İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaftan beri muhalefette kim varsa hep hain diye yaftalanmıştır!

Bugün de terör destekçisi, terörist, hain, işbirlikçi lafları havada uçuşmaktadır. Ayıp olmuyor mu?

Çoğunluk iradesinin belirleyiciliği, azınlıkların dikkate alındığı çoğulcu yaklaşımla tamamlanmaz ise gelişmiş bir demokrasiden söz edilemez.

*     *     *

Uzun zamandır bizim dünyamızda siyaset devleti/milleti kurtarmak gibi algılanınca, siyasetçiler de “kurtarıcı” gibi görülüyor. Beklentiler karşılanmayınca her defasında yeni bir kurtarıcıdan ve tabii ki liderden medet bekleniyor.

Seçim dönemleri dışında devletin ıslahını, adaleti, eğitimi, bilimi, ahlâkı, geleceğe hazırlanmayı, yapay zekayı, kültürel travmaları konuşmayalım; şimdi ağız ishaline tutulmuş gibi gece gündüz siyaset konuşalım, öyle mi?

Konunun hem de bu derecede milletin gündeminde olması, muhalefetin, iktidarın ve sokaktaki insanımızın günlük hayatında bu kadar yer bulması toplumsal bir yanılgı ya da “anomali” değil midir?

Siyaset insanlara, millete hizmet için şerefli bir uğraştır. Şarlatanlara, megalomanlara, kifayetsiz muhterislere bırakılmayacak kadar önemlidir.

Nurettin Kaldırımcı: Profesör, İşletme Yönetimi. Rekabet Kurumu eski Başkanı. 20. dönem Kayseri Milletvekili (1995-1999).

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir