11.04.2023
Hayat, toplum ve dünya esasen gridir. Gerçek de çoğu kere “çirkindir”. Ya siyah ya beyaz tuzağına düşmeden hakikate yakın durmak, gerçeği görebilmek önemlidir.
İnsanlar; ihtiyaçları, inandıkları, idealleri, dinleri, mezhepleri, ideolojileri ve benimsedikleri siyasi görüş, kısaca daha önce öğrendikleri çerçevesinde olan biteni algılar. Renkli, renksiz, dereceli gözlüklerle dünyaya bakarlar.
Eğer bilimsel, güvenilir ve sağlaması yapılmış bilgi yoksa görmek istenilen görülür, duymak istenilen duyulur; “gerçekler” de deyim yerinde ise çoğu kere güme gidebilir!
Ne var ki, bireysel ve toplumsal hayatımızı doğrudan veya dolaylı etkileyen olay veya olgularla ilgili “üretilmiş komplolar” aslı astarı olmasa da işe yaramakta, bazılarını rahatlatmaktadır! Bu bağlamda dünyada olup bitenleri, ülkemizin gerçeklerini, özellikle olumsuz denilebilecek hallerimizi “emperyalizm/dış güç” veya “iç tehdit” faktörü ile anlayan ve açıklayanlar hayli çoktur.
Batı emperyalizmi, Haçlı İttifakı, Masonlar, Siyonizm, Evanjelizm, İlluminati, vb. Sağcılar, solcular, askerler, siviller, Atatürkçüler, laikçiler, İslamcılar, milliyetçiler, muhafazakârlar, tarikatlar, cemaatler, PKK, FETÖ gibi terör örgütleri vb. Kısaca hayatımız, huzur ve mutluluğumuz, devletin yönetimi, hükümetler, siyaset, ekonomi, eğitim, hukuk düzeni vb. üzerinde etkili olduğu düşünülen, dış ve iç unsurlar.
Mesela ekonomi kötüye mi gitti, adalet mi yok, nedeni ya dış ya da iç aktörlerdir! Asıl neden iktidara, muhalefete, farklı ideolojik ve politik gruplara göre değişecektir.
Ama hikayemize biraz yakından bakalım: Çok uzun zamandır biz kolay yolu seçtik, bilgi, bilim, alın teri olmadan kestirmeden başarılı olmak istedik, birilerini suçladık. Yani, akıl ve bilime, ahlak ve hukuka yeterince itibar etmedik; ev ödevimizi yapmaktan, sorumluluğu üstlenmekten kaçındık
***
Neden sonuç ilişkisi kişiden kişiye veya gruptan gruba değişecektir. Kimine göre ülkenin en önemli engeli askerler kimine göre sivillerdir.
Bunun gibi sağcılar, solcular, İslamcılar, Atatürkçüler de problemin kaynağı olarak görülebilir! Bütün olumsuzluklar muhalefete de yüklenebilir. Tarikatlar veya cemaatler olmasa memleketin “gül gibi” idare edileceğine inananlar vardır. Milliyetçiler, muhafazakârlar, laikliği benimseyen kesimler için benzer hükümleri verenler de çoktur.
Yakın durulan, mensup olunan kesimi dışta bırakıp “ötekileri” suçlamak gelenekselleşmiştir. Dış güç, dış düşman faktörü ise malum her zaman kullanıma hazırdır!
Hadi, seçim kazanma hesabıyla dış güçlerin hedef gösterilmesi ne ise. Peki, özellikle siyasi konularda farklı görüşleri, inanç veya kanaatleri nedeniyle kendi insanımızın hain veya terörist diye kolayca yaftalanması ve bu işin öncülüğünü maalesef etkili ve yetkili kişilerin, parti liderlerinin, medya mensuplarının, bilim insanı, sanatçı, kanaat önderi unvanlı insanların yapması ne ile açıklanabilir?
Sorumsuz tiplerin söylemleri ile karpuz gibi ikiye yarılmış, haini/teröristi bu kadar çok bir ülkenin barış ve huzuru olur mu?
Peki, Türkiye’de “şucular” veya” bucular” hiç olmasaydı ya da herkes aynı şucu-bucu olsaydı, yani birileri tek başına memleketi yönetseydi, gerçekten devletin dini adalet olur, ekonomi şahlanır, milli gelir hızla artar, eğitim sistemimizin kalitesi dünya standartlarına yükselir miydi?
***
Özellikle toplumsal/siyasi tartışmalar çerçevesinde “komplo” ağırlıklı “hazır formüllere” itibar edenlerin kafasını belki biraz karıştırır ümidiyle daldan dala atlayarak bazı sorular sormak faydalı olabilir.
İktidarların, muhalefetin veya “bilgiçlik” peşinde koşanların, işler her kötüye gittiğinde, her sıkıştıklarında dışarıdan, olmazsa içeriden bir düşman bulmalarının veya bazen her ikisini birden dillendirmelerinin sebebi nedir?
İç ve dış düşmansız yaşayamayan bir toplumun sağlıklı olduğunu, sağlıklı düşündüğünü kim iddia edebilir?
Farklı etnik veya dini grupların yüzlerce yıl barış içinde bir arada yaşadığı imparatorluk tecrübesinden sonra, hem de 21. yüzyılda, karşılıklı saygı ve çoğulculuğun esas olduğu demokratik sistem içinde nasıl olup da birbirimize bu kadar uzak kaldık?
Bizim kendi gafletimiz ve cehaletimizin dışında hangi gizli ve zehirli el bizi kutuplaştırmış, birbirimize “öteki” muamelesi yapar hale getirmiştir?
Demokrasi, insan hakları, adil yargılama, milli gelir, enflasyon, ihracat, ithalat, istihdam, eğitim, ileri teknoloji, patent, verimlilik vb. konulardaki uluslararası istatistik ve endekslere bakıldığında durduğumuz yer maalesef hiç de iç açıcı değilse, bunun sebebi iç veya dış güçler midir, yoksa kendi derin zafiyetlerimiz mi?
İktidarda kalmak, seçim kazanmak için her defasında devlet/millet kesesinden “popülizm” yapan iktidar ve muhalefet oldukça işimiz zor değil mi?
İnsanlarımızın yeteneklerini geliştirmek için eğitim sistemimizi ıslah etmeye; okullarımızda Türkçeyi, matematiği, bir yabancı dili doğru dürüst öğretmeye, kopya çekmenin, yalan söylemenin şiddetle cezalandırılmasına kim, hangi dış veya iç güç engel olmaktadır?
Devlet gücünü dengeleyecek doğru dürüst bir anayasamız niçin yok?
Adalet devletin dini, mülkün temeli ise, uzun yıllar süren acılara hatta ölümlere yani telafi edilemez mağduriyetlere yol açan, insanımızı el kapılarında hak aramaya mecbur eden yargı düzenini kim ihdas etmiştir?
Hangi iç veya dış düşman adil yargılamanın, hak ve hukukun üstün olduğu bir işleyişe engel olmaktadır?
“Dış güç” diye tanımlanan ülkelerin demokrasilerinde siyasi partilerin liderleri, başbakanlar, bakan ve milletvekilleri en küçük kuraldışı davranış veya başarısızlıktan dolayı hemen istifa ederken, rezalet diz boyu olsa dahi bizdekiler niçin özür dilemez, istifa etmezler?
Bizde iktidarın değişmesini gündeme getirecek seçimler ölüm kalım meselesi gibi görülürken, emperyalist bloktaki ülkelerde niçin normal bir nöbet değişimi gibi algılanır?
***
“Kesin inançlılar” başta olmak üzere, olan biteni tek bir nedene indirgeyerek açıklayan insanların çoğunun “gerçek” kaygıları yoktur. Olayların ve olguların sebep ve sonuçlarını açıklarken kısa “basit formüllerin” tercih edilmesi, öncelikle cehalet kaynaklıdır.
Hayatın, dünyanın, toplumun gerçeklerine nüfuz etmenin yolu alışılagelen inançları, duyguları ve peşin hükümleri terk edip, bunun yerine bilimsel bilgiyi ve sağduyuyu tercih etmekten geçmektedir.
Eksikliklerimizi görmekten alıkoyan, gerçeklerle yüzleşmemizi önleyen “komplo teorilerine”, bizi oyalayan anlayış tarzına şiddetle karşı çıkmak kendimize duyduğumuz saygının gereğidir.
Bizim dışımızda olayları kontrol eden birtakım güçlerin varlığına inanmanın psikolojik sebepleri ve sosyolojik zemini yeterince bilinirse, gerçeğe yakın durmak kolaylaşacaktır.
Bütün mesele, kendi gerçeğimizle yüzleşebilmek, kendimizi eleştirebilmektir. Asıl özgüven budur. Teşhis sağlıklı olursa tedavi çabaları da iyi sonuç verecektir.
…
Nurettin Kaldırımcı: Profesör, İşletme Yönetimi. Rekabet Kurumu eski Başkanı. 20. dönem Kayseri Milletvekili (1995-1999).