29.03.2023
Dünya düzeni, dış güçler, emperyalizm vb. konular hakkındaki temelsiz bilgiler, başka konularda da nasıl düşündüğümüzün karinesidir. Aynı zihniyet ya da bakış açısı sanki siyasetimize, hukuk düzenimize, ekonomimize, eğitimimize, dış politikamıza ve hatta sokaktaki hayatımıza yansımış, mührünü vurmuş gibidir.
Gerçeklikten kopmuş, dünya realitesini yeterince bilmeyen akıl/birey/toplum yanlış düşünmeye ve davranmaya mahkumdur.
Dünya çoktan köy oldu, küçüldü, düzleşti. Bilgi artışının, iletişimin ve teknolojik değişimin hızı baş döndürücü. Hem ülke hem de dünya ölçeğinde bilimsel, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel şartlar hızla değişiyor, dönüşüyor.
Gelenekselin, alışılagelenin artık yetersiz kaldığı yeni bir dünya ile karşı karşıyayız. Bireyler, toplumlar ve ülkeler açısından değişimin hızına yetişmek, değişime uyum sağlamak ayakta kalmanın şartına dönüştü.
Dünya neredeyse her gün değişiyor ama öğrenme ve zihniyet problemi olan çoğu insan ve toplum bugünün dünyasını anlamakta, uyum sağlamakta güçlük çekiyor. Bugünün gerçeklerine dünün gözlüğü ile bakınca geriye zaman kaybından, patinaj yapmaktan, sızlanıp öfkelenmekten başka yapacak şey kalmıyor.
Her saatin, her dönemin kendi gerçeği, “zamanın ruhu” vardır. Artık herkes, her ülke başkasına muhtaçtır!
Nitekim günümüz dünyasında “karşılıklı bağımlılık” bağımsızlığa göre daha yaygın bir olgudur. Her alandaki acımasız rekabette kısmen de olsa başarılı olmak ülkelerin “beka” şartı haline gelmiştir.
Fiyatta, maliyette, zamanda, verimlilikte, kalitede, ihracatta olduğu kadar, bilgide, yenilikte, vizyonda, strateji ve politikada yani yönetim anlayışında… Demokraside, hukukta, ekonomide, eğitimde, bilim ve sanatta, sağlıkta, bayındırlıkta en azından gelişmiş ülkelerin seviye ve standartlarına yakın olabilmek. Mesele budur!
Demokrasiler “siyasi rejimlerin en az kötüsü” olarak değişim ve uyum sürecinin “olmazsa olmazı” gibi görülmelidir. Tarihsel süreçler gösteriyor ki otoriter yol ve yöntemlerle değişime uyum sağlamaya çalışmanın insani ve toplumsal bedeli kazandırdığından çok daha fazla olabilir.
Yeni devlet, yeni siyaset, yeni yönetim anlayışı bugünün dünyasında bağımsız ve milli olmanın gereğidir. Ülke ve toplum olarak böyle bir anlayış ve dönüşüme şiddetle ihtiyacımız var.
***
Demokrasi ve haysiyetli yaşama idealinin kültürün bir parçası olmadığı, devlet yönetimi ve siyaset kurumunun gelişmediği ülkelerde iktidara gelmenin ve orada kalmanın yol ve yöntemleri de ahlaki olmaktan uzaktır!
Otoriter rejimler ve liderler, demokratik haklar ve özgürlükler konusunda duyarlı vatandaşlarını emperyalizm ya da ABD ajanlığı ile suçlayabilir. Bu bağlamda, yaşanan somut gerçeklere itiraz etmeyecek, uyum sağlayacak ve tabii ki liderini her durumda destekleyecek bir kamuoyu oluşturma hedefi stratejik öneme sahiptir.
Ekonomik, sosyal ve siyasi olumsuzluklar ortaya çıktığında emperyalizm mazeretine sığınabilirler. Din, devlet, beka, mezhep, etnik köken/milliyet, tarih ve tarihi isimlerin bitmeyen istismarı, iktidarı elinde tutanlarca “milli dava” olarak takdim edilebilir. Dış güçler, bağımsızlık, milliyetçilik odaklı bir söylemin sık gündeme getirilmesinin temelinde çoğu kez iktidarda kalma hesabı vardır.
Kısmen demokratik ülkelerin sosyolojisinde mevcut itirazsızlık, meşrulaştırma ve onaylama eğilimlerini anlamaya çalışmak gerekir. Karmaşık konuları anlama ve açıklama kılavuzu olarak basit formüller ile bunlara inanma eğilimi, tatmin peşinde koşan birey ve kitleleri yoldan çıkarmaktadır.
Kimlik ve gelecek kaygılarından bunalan, maddi koşulların olumsuzluğu sebebiyle öfkelenmeye hazır, sihirli çözüm reçeteleri peşinde koşan kitleler için otoriterliğe yatkınlık ve “dış güçlerin” esas olduğu komplo teorileri uyuşturucu ya da “ilaç” gibidir!
Duyduğuna, seyrettiğine, okuduğuna kolaylıkla inanan birey ve kitlelerin var olduğu durumlarda ülkenin niçin geri kaldığı sorusuna cevap vermek kolaydır; muhalif bir partinin niçin kurulduğunun, darbelerin, döviz fiyatının veya enflasyonun artış nedeni de bellidir.
***
Sokaktaki insanın, sosyal medyadan başka yerde gezmeyen ortalama vatandaşın doğru-yanlış konusunda derin hassasiyeti yoktur; hakikat, hukuk, adalet peşinde olmayabilir. Sadece sorularına kolay yoldan cevap bulmak, bağlanmak, takım tutmak, kimlik edinmek, inanmak, heyecanlanmak, itiraz ve nefret etmek, öfkelenmek isteyebilir.
Mesela Kurtlar Vadisi ile başlayan, sayıları son yıllarda artan, “devlet, iç ve dış düşmanlar, mafya, ayak oyunları, komplolar, kahramanlar, hainler” dolu, uydurma senaryolarla tarihi veya güncel konuları ele alan, tahrif eden, hamasetin zirve yaptığı diziler.
Bu dizilerin bugünkü kültürel iklime, siyasi tutum ve davranışlara etkileri görmezden gelinebilir mi? Bu dizileri seyreden kesimin, zamanını olduğu kadar oyunu da almak için dış güç/emperyalizm teması olta gibi işe yaramayacak mıdır?
Emperyalizm ve hıyanet söyleminin yaygınlaşmasında, temelinde genel kültür eksikliği bulunan görüş ve mesajların etkisi ayrı konu. Güvenilir, bilimsel temelli bilginin değil uydurma, abartma ağırlıklı mesajların çabuk yayılmasında, sosyal medya ile daha da kitleselleşen “enformatik cehalet” faktörünü listenin belki de en başına koymak gerekir.
Hani Lozan’ın yüzüncü yılı bittiğinde elimizi kolumuzu bağlayan kısıtlardan kurtulacak, şimdiye dek engellenen fabrikaları kuracak, beton dökülmüş kuyulardan petrol fışkıracak, madenlerimizi çıkarabilecek, kısaca ihya olacaktık!
Söz konusu söylemin benimsenip yaygınlaşmasında özellikle meydanlarda, medyada, tartışma ve haber programlarında yapılan dezenformasyon ve manipülasyonları önemsemek gerekir.
Sorumsuzluk örneği siyasi parti liderleri, her gün başka bir kanalda arzı endam eden bazı siyasetçi, gazeteci, bilim adamı ve araştırmacılar ülkemize ve insanımıza “iyilik” etmeyenler arasındadır.
***
Evet, dün de bugün de “dış güçler” vardır, emperyalizm şekil değiştirerek de olsa hükmünü icra etmektedir. Büyük güçler 19. ve 20. yüzyılda kendi çıkarları için yeni devletler kurdu. Güçlerini artırmak amacıyla, doğal kaynaklara sahip olmak için, sınırlarını kendilerinin çizdiği devletlerin siyasi rejimlerine, eğitim, kültür politikalarına, hangi blokta yer alacağına müdahale ettiler, bugün de müdahale etmeye çalışıyorlar.
Uykularımızı kaçırması gereken husus, emperyalist denilen ülkelerin çoğu, eski sömürgelerdeki veya otoriter liderlerin başında olduğu ülkelerdeki yönetimlerin değişmesini belki de fazla istemiyor; şikayetçi aydınların ve liderlerin çoğu tarafından aksi iddia edilse bile. Demokrasisi gelişmiş bazı Batılı ülkelerin kimi otoriter liderlerle, kapalı rejimlerle sıkı fıkı ilişkileri yok mu?
Bir başka ülkenin gelişip güçlenmesini, başka bir toplumun haysiyet ve mutluluğunu Batı niçin kendilerine dert etsin ki? Demokrasinin her ülkede kurumsallaşması emperyal gücün niçin umurunda olsun ki?
Ekonomisi yerlerde sürünen, milli geliri yerinde sayan, maddi ve beşeri kaynakları israf edilen, dünya çapında tek bir üniversitesi bulunmayan, hukuka saygının ve adaletin mumla arandığı, hesap verebilirlik ilkelerinin fantezi, keyfi yönetimin kural haline geldiği ülkelerde dış güç ya da emperyalizm söyleminin yaygınlığı anlamlı değil midir?
Bu dünya “kurtlar sofrasıdır”. Önemli olan uzak yakın komşularla ilişkileri, krizleri yönetebilmek, ayakta kalabilmeyi, güçlü olmayı başarabilmektir. Diplomasi ve müzakere diye bir bilim, meslek ve sanat bunun için vardır.
Bağımsızlığın en önemli teminatı, emperyalizme karşı en güçlü tedbir; en gelişmiş silahlar değil, hukukun ve adaletin üstün olduğu bir düzen, en yüksek milli geliri sağlayacak bir ekonomi, insan kaynağını geliştirecek bir eğitim sistemi ile bütün bunları sağlayıp iyi yönetebilecek siyasi kurumlardır.
Tek kişinin her şeyi belirlediği, otoriter rejimlerin egemenliği altındaki ülkelerde olmayan budur.
….
Nurettin Kaldırımcı: Profesör, İşletme Yönetimi. Rekabet Kurumu eski Başkanı. 20. dönem Kayseri Milletvekili (1995-1999).