NURETTİN KALDIRIMCI : Emperyalizm tuzağı ya da bir tür toplumsal paranoya

17.03.2023

Bu bir “Yok, o kadar da değil!” yazısıdır. Bilimsel ve sistematik olma, “genelleme” iddiası yoktur. Yazının amacı, emperyalizmin yokluğunu, önemsizliğini iddia etmek ya da savunmak değildir.

Sadece sağduyuya, sağlıklı düşünmeye bir çağrı, kısaca hakikate yakın durmaya bir davettir. Ayaklarımız yere değsin, yalanla, yanlışla, abartma ile gerçeklerden kopmayalım demek istiyorum.

Yoğunluğu ve etkisi zaman zaman artan veya azalan, her kesimden birçok insanın doğru bildiği, inandığı, anlattığı saçmalıklar yani “komplo teorileri” ya da “şehir efsaneleri” bu kadar çok olmasaydı bunları yazmayacaktım.

İktidar veya muhalefet fark etmez, özellikle siyasetteki gelişmeleri, hatta tek tek parti ve lider ismi de vererek bütünüyle “dış güçlerin” isteği veya iradesi ile açıklayan o kadar çok insan var ki.

Meselâ, yaşadığımız deprem felaketine ABD’nin sebep olduğuna inananlar mı, yakında ülkemizin ABD tarafından işgal edileceğini iddia edenler mi, artan kuraklığı aynı ülkenin bize düşmanlığı olarak açıklayanlar mı dersiniz, ortalık cehaletten geçilmiyor.

Eğer bağımsızlıkçı, ulusalcı ve Avrasyacı bazı emekli general ve profesörlerin dediklerine itibar edilseydi, ABD’nin Türkiye’yi şimdiye kadar birkaç kere işgal etmesi gerekirdi.

Geçmişte yaşananlarla ilgili uçuk kaçık komplo teorilerini biliyorduk da içinde yaşadığımız günlerde bazı olup bitenleri de, sağduyu ile değil komplolarla, akıldışı faktörlerle açıklayanları, bunlara inanan, itibar edenlerin çokluğunu gördükçe, nasıl bu hâle geldik diye sormadan edemiyorum.

Sanki aydın olmanın alâmeti fârikalarından biri “memleketin nasıl kurtulacağını” konuşmak ise, bir diğeri de emperyalizm hakkında fikir ve kanaat beyan etmektir. Daha kötüsü ise, özellikle iktidara yakın veya uzak duran sağlı sollu bir kısım aydının çağdaş demokratik değerlere sahip çıkmaması, insan hakları, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, çoğulculuk, sivil toplum ve medya özgürlüğü gibi konuları emperyalizmin bir oyunu gibi görmesidir.

Bu yönde düşünenlerin açıklamaları basit ve kolay anlaşılır türdendir: Dünyada ve ülkemizde ekonomik, sosyal ve siyasi hayatımızda birtakım ciddi olumsuzluklar mı var, sebebi dış güçlerdir; küreselciler, düşman ülkeler ya da genellikle ifade edildiği gibi Batı ya da ABD/AB emperyalizmidir!

Bir başka tespit ise aralarında sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi kayda değer farklar bulunsa da antidemokratik denilebilecek, otoriter uygulamaların en çok olduğu ülkelerin liderlerinin, aydınlarının, kamuoyu ve hükümetlerinin neredeyse ortak özelliği, genel olarak Batı ya da ABD/AB düşmanlığı söylemidir.

Daha üst düzey bir yaklaşıma göre ise, bir tarafta yeryüzünü istedikleri gibi görmek isteyen, bunun için “global tasarım” peşinde koşan “küreselciler” ya da “büyük aileler” diğer tarafta bunlara karşı koyan “bağımsızlıkçı/ulusalcı” güçler vardır.

Ülke içi ve uluslararası bütün kargaşanın ya da olumsuzlukların temelinde bu iki gücün kapışması ya da yarışı bulunur.

***


Emperyalizm bir olgudur ve dünyanın en azından siyaseten şekillenmesinde, çoğu ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi hayatında etkili olmuştur. Başka bir ifadeyle, özellikle uluslararası anlaşmazlıkların, farklı yer ve zamanlarda bazı ülkelerdeki iç çatışmaların temelinde dün de bugün de büyük güçlerin hesap ve çıkarları vardır.

Bu hesap ve çıkarlar dünya savaşlarının, uluslararası gerginliklerin, uzlaşma ve antlaşmaların arka planını oluşturmuş, zaman zaman ideolojik/politik tartışmaların odağını teşkil etmiştir.

Dün Yalta konferansı, Almanya ve Japonya’da Amerikan vesayeti, Doğu Avrupa’nın Sovyetler tarafından işgali, bugün ise ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi ve Ukrayna meselesi gibi somut, sıcak örnekler.

Dünyanın en az 120 ülkesinde üsleri, tesisleri olan ABD, azmanlaşmış savaş gücü ve bütçesiyle ne yapmak istemektedir?

Evet, tarih emperyal müdahale örnekleriyle doludur. Osmanlı’yı ve diğer imparatorlukları yıkan, birçok yeni ülkenin veya bayrağın ortaya çıkmasına yol açan bu olgudur.

İnsan ticareti dahil daha fazla güç ve zenginlik için unutulmaz acılara yol açan, dünyanın zenginliklerini kendi başkentlerine taşımak için yarışan emperyalizmi kim bilmez?

Emperyalist güçlere karşı direnip savaşmadık mı, bağımsızlığımızı kanımızla kazanmadık mı? En azından son iki yüzyılda olup bitenleri, can ve toprak kayıplarımızı, iliklerimize kadar yaşadığımız tarihi travmaları nasıl unuturuz?

Kabul etmek gerekir ki dün zorla, güç kullanarak başka coğrafya ya da ülkeleri işgal eden güçler, bugün yol ve yöntem değiştirerek hegemonyalarını sürdürmeye çalışmaktadır.

***

Özellikle sonradan bağımsızlıklarını kazanmış, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ise, bitmeyen politik tartışmaların başında emperyalizm meselesi gelmektedir. Bu ülkelerde siyaset, ekonomi, eğitim, hukuk düzeni vb. hemen her konuda, özellikle toplumsal başarısızlık durumları söz konusu olduğunda, sebep olarak emperyalist güçler gösterilir.

Bu anlayışa göre toplumsal hayatımızdaki iyilik halleri bizim başarımız, kötülükler ise düşman kaynaklıdır. Düşmansız yapamayan, fırsat buldukça veya zorda kaldıkça, daha doğrusu gerektiğinde dışarıda, olmazsa içeride düşman arayan bu kafa esasen takıntılı ya da anakroniktir!

Genellikle otokrat/otoriter liderlere ve demokratik olmayan rejimlere sahip ülkelerde, emperyalizmle mücadelenin gerekliliğine dair yaklaşım ve söylemler ilk planda haklı ve güçlü de gözükür.


Fakat bu yaklaşım ve söylemin, Batı dünyası dışındaki ülkelerin rejimlerini, kötü yönetimlerini sanki meşrulaştırmak gibi temel bir zaafı yok mudur?

Batı dünyasının kendi hesapları/menfaatleri yönünde dünyayı şekillendirmeye çalıştığını, gerektiğinde dengeleri bozup karıştırdığını kabul edebiliriz ama Batı’ya itiraz edenlerin akılsızlıklarını, sallapatiliklerini, kendi halklarına ettikleri kötülükleri, yöneticilerinin otokrat, otoriter tavırlarını, diktatörlük heveslerini ne yapacağız?

İktidarda kalmak için her yolu deneyen siyasetçilerin söz sahibi olduğu ülkelerin yöneticileri, aydınları çağdışı kalmış yönetim anlayışları ile emperyalizmi nasıl alt edecek, onunla nasıl mücadele edecektir?

Batılılara ikide bir kafa tutan bazı ülke liderlerinin, bu ülkelerdeki iktidar gücü ile bütünleşmiş aydınların gündeminde ve söylemlerinde demokrasi vurgusu maalesef hemen hiç yoktur!

***

Kamuoyunu manipüle etmek, “birlik ve beraberlik” için içeride veya dışarıda bir tehdit ya da tehlike odağı bulmak, kolay ve kötü yönetim anlayışının klasik taktiğidir.

Bu bağlamda, toplumsal başarı ve başarısızlıklarımızın, ülkemizin kendi yeterliliği veya yetersizliğinden ziyade sadece büyük güçlerin isteği çerçevesinde anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılması zihinsel engellerimizden biridir.

Şüphesiz siyasi, sosyal ve ekonomik alanda olup bitenlerin dış dünya ile, dış güçler ve emperyalizmle ilişkili olabilecek tarafları da vardır.

Ama bir ülkenin hayatında, geri kalmasında, gelişip güçlenmesinde birçok faktör etkilidir. Ülkenin tarihini, coğrafyasını, kültürü ve sosyolojisini, aydınlarını, kurumlarını, yönetici elitini bilmeden olur mu?

Siyaset kurumunu, eğitim sistemini, hukuk/adalet düzenini, ekonomisini, kamu yönetimi kalitesini dikkate almadan neyi anlayacaksınız? Bütün toplumsal unsurların ve kurumların birbirini etkilediğini, karşılıklı etkileşim içinde olduklarını nasıl ihmal edersiniz?

Sebep sonuç ilişkisi kurulurken abartmadan, ifrat ve tefritten uzak kalmak esastır: Eğer kış boyu kar yağmışsa, bir tavşanın sıçraması çığın düşmesine yol açabildiği gibi, ortam ısınmışsa bir kıvılcım büyük bir orman yangını başlatabilir!

Ülkemizde ve dünyada olup bitenlere dair bilinenlerin, konuşulanların büyük kısmının, bilim ve sağduyudan çok basmakalıp yargılara, temelsiz akıl yürütme ya da spekülasyonlara dayandığını söyleyebiliriz.

Türk kamuoyunda iyi bilindiği zannedilen konuların pek çoğu ile ilgili gerçekler farklıdır.

***

Mesela 1960 ve 1980 darbeleri dahil siyasi sonuçlar doğuran askeri müdahalelerin, neredeyse doğrudan ABD/NATO tarafından yaptırıldığı hususu harcıâlem bir bilgi ve kanaattir ve yanlıştır. 

Kötü yönetimden, yetersiz politik ve bürokratik kadrolardan, az gelişmişlik hallerinden niçin bahsedilmez acaba? Şayet mesela, Demokrat Parti iktidarı Hürriyet Partisi’nin eleştirilerine kulak verse, Vatan Cephesi ve Tahkikat Komisyonu gibi inisiyatifler içinde olmasa, rahmetli Menderes ve zamanın Cumhurbaşkanı erken seçim yapılması konusunda anlaşabilseydi, ABD’nin teşvikiyle askerler darbe yapabilecek miydi?

1980 öncesinde sağcı ve solcu öğrenciler “devleti, milleti komünistlerden/faşistlerden kurtarmak” amacıyla dövüşür, birbirlerini öldürürken siyaset kurumu görevini yapabilse, mesela Sayın Ecevit ve Türkeş bir araya gelebilseydi, konuşsaydı ve sükûnete davet edici açıklamalar yapsalardı…Aynı yıl, Cumhurbaşkanı’nı seçmek için toplanan TBMM üyeleri, aylarca toplanıp dağılarak, oy kağıtlarına Ajda Pekkan, Bülent Ersoy yazmayıp 124. turda dahi Cumhurbaşkanı’nı seçebilselerdi, sıklıkla iddia edildiği gibi ABD/NATO 12 Eylül Darbesini yaptırabilecek, Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı olarak seçtirebilecek miydi?

Kestirmeci anlayışa göre bahsi geçen darbeleri yaptıran belliydi de yapanlar kimlerdi, Türk ordusu/TSK değil miydi? Aynı zamanda Kıbrıs’a çıkan, oradaki soydaşlarımızın katliamını önleyen, 40 yıldır PKK teröristleri ile mücadele eden yine bizim askerimiz değil midir? Ordu, asker esasen tarif gereği milli, önemli bir iç dinamik unsuru değil midir? Darbeci askerler Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında okumamış mıdır?

Belki dış güçler, emperyalist odaklar gelişmemizi, güçlenmemizi zorlaştırıcı, engelleyici tedbirler alabilir, ayağa kalkmamızı, bölgemizde ve dünyada belirleyici olmamızı istemeyebilir. Ama özne olan biziz; ekonomik, sosyal, siyasi alanlardaki sıkıntılarımızın asıl sebebi emperyalizm değil kendimiziz!

Hesap vermekten ve özeleştiri yapmaktan çekinenler, sığınmak isteyenler için “mazeret” o kadar çoktur ki.

Ne var ki bilimsel, güvenilir bilgi veya hakikate yakın durma çabası uyku kaçırıyor, “kafa konforunu” bozuyor. Bu sebeple olacak, kolay, kestirmeden fikir sahibi olmak isteyenler, komplo teorilerini yani” güldüren yalanları” “ağlatan gerçeklere” tercih ediyor.

Velhâsıl, bireysel ve toplumsal cehalet başa belâdır…


Nurettin Kaldırımcı: Profesör, İşletme Yönetimi. Rekabet Kurumu eski Başkanı. 20. dönem Kayseri Milletvekili (1995-1999)

Paylaş/Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir